Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

TUTUNAMAYANLAR VE TUTUNMAYANLAR

Bazı kavramlar ve de bazı hâller birbirine yakındır. Benzerlik arzeden bir yakınlıktan söz ediyoruz. Örneklendirirsek, cimri birinin tutumlu olduğu zehabına kapılabiliriz… Ya da aslında müsrif olanı, yanılıp, cömert sanabiliriz. Bir telâşe müdürünü, çok çalışkan diye nitelendirebiliriz.

Uçurumun dibinde, uzanmış yatan birini gördüğümüzde, oraya düştüğü varsayımıdır ilk aklımıza gelen. Bin bir güçlükle yanına vardığımızda, pekâlâ bize, kendisini niye uyandırdığımızı sorabilir bizim mağdur sandığımız… Azar işitmek de yanımıza kâr kalır. 

Beceriksizliğimizi, gayet doğal olarak dürüstlük addedebiliriz. Tüm makul fırsatları kaçırdıktan sonra çevremize kızgınlık geliştirmek işten bile değildir. Fırsatın kazası olmaz ve biz o kızgınlığı, kalıcı bir küskünlüğe dönüştürebiliriz. Hayıflanmalarla, vahlanmalarla geçer bundan sonraki zaman. Herkes kötüdür. Bizi hep es geçmişler, elimizden çalmışlardır geleceğimizi. Mağduriyet, kakılmışlık hâli, sarar sarmalar; çilekeş görünmek zevk haline gelir…  Müzmin bir kötümserizdir artık…

Rahmetli Nasrettin Hoca’nın, eşekten düştüğünde, “inecektim zaten” demesiyle,  eline yüzüne bulaştırdığı her işten sonra “başarmak istemedim zaten” demesi bir kişinin, aynı değildir; aynı gülme hissini uyandırmaz.  Ve hatta komik de değildir, trajik değildir. Koskoca bir hiç bile değildir. 

Tutunamamak, böyle bilinmek prim de yapar… Dalgın gözlerle aynı noktaya bakmak hakkınızdır. Siz… Tüm çağların yükünü taşıyorsunuzdur… Zavallılaştırılmış, mağdur ve fakat mağrursunuzdur… Yakanızın bir yanda, paçanızın bir yanda olması sizin üniformanızdır. Ve haklısınızdır. Ne yapacaksınız ki başka? Siz tutunamayansınız…

Hatta bazı tutunamayanlar, artık nasıl tutunacaklarsa, çoğalmayı, çoluk çocuk sahibi olmayı da başarmıştır. Lâkin işte acı kader, bir türlü tutunamayan olmaktan kurtulamamıştır! Emekliliklerinde de emekli kahvesinin tutunamayanlarından olurlar. 

Oysa kendine uzanan tüm dalları geri çevirmiştir. Tembelliğinin kılıfıdır tutunamamak. Külliyen tutunmayandır, tutunamayan… Bundan kötüsü, uzanan dalları da elleri de fark bile etmemiştir. Hatta daha vahimi, ellerin sahiplerini, kendine acımakla suçlamıştır ya da suçlamaya meyillidir. 

Yüzleşelim kendimizle: Tutunamayanlardan mıyız, tutunmayanlardan mı? Hayatımızı, yani aptallıklarımızın tarihini gözden geçirelim. Bırakılmışlık hissimiz yerli yerinde mi, doğru mu etrafımızı saran bunca yüze rağmen? Merdivenlere duyduğumuz kızgınlık, asansörü görmemizi engellememiş mi? O sevgiliye bir karanfil götürmemişiz mesela. Mesela bir karanfil mesafesiyle kaçırmışız aşkımızı. Bir bir çıkar ortaya gerçekler; yüzleşelim kendimizle. Yani aptallıklarımızın tarihiyle…

Disconnectus erectus tabiri, merhum Oğuz Atay’ın hediyesi. Tutunamayanlar adlı eserinden… Uzatıp tarifini yapmayalım, okuyanlar bilir; merak edenler de internetten falan bakar bu tarife. 

Tutunmayanla tutunamayanı ayırt etmek lazım. Hem de kendimizden başlayarak… Ve ben, tutunmayın dünyaya çok fazla, gelip geçiyor derim. Fakat tutunamayan olmayın derim, o kadar da kaygan değil bastığınız zemin zira.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR