M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

TERCAN'I GÖRMEK...

 

      Târih: 11 Nisan 2016 Pazartesi...

     İnsanın, kendi irâdesini ve inisiyatifini nereye kadar kullanabileceği, bence, mechûller mechûlüdür.

     Zamana "tünel" deyip, ona, keyfî yük taşıtanlar, onun yaşlanıp ihtiyarlamadığını da muhakkak bilirler.

     "Eski zamanlar" denilen zamanlar, zamanın ne kadar tâze olduğunun da ispatıdır. Çünkü; hâlâ, hiçbir yıpranmışlığı mevcut değildir!..

     İşte bu zaman, beni, 49 yıl sonra Erzurum'a attı desem, doğru söylemiş olur muyum, onu da zamana havâle ediyorum.

    İşimize gelmediği 'zaman', mes'uliyeti  zamanın eline bırakır kaçarız, neden bilmem?

     Otobüse bindiğimiz zaman, günlük güneşlik olduğu hâlde, saçları ap-ak Palandökenler, bana yılların hasretiyle tekrar el sallamak üzereydiler.

     Bu defa, eşimle beraberdim.

     Buradan, tıpkı 49 yıl evvel ayrıldığım bir sızı ile ayrılacağımı bildiğim için, sükûnetimi muhafazada kusur etmemeye çalışıyordum ve 'elvedâ" için, Palandökenler'e el sallamak istemiyordum!..

      Tarık Coşkun Kurt'un dâvetinin dönüşünde, bu şanlı şehir, bana, samimî bakışlarıyla  güle güle derken de, içten içe, "Erzurum Dağları Kar İle Boran" hüznünü yaşıyor, yaşatıyordu.

     Nihâyet, her şeye rağmen, eller salladı...Çehreler buruklaştı...

     "Güle güle"nin de, "Allah'a ısmarladık"ın da, Türk'e mahsus hüznü başkadır!..Bilenler ve yaşayanlar bilir!..

      Palandökenler'e, ancak birkaç kez dönüp bakabildim...Çünkü, otobüsümüz hıza yol alıp gitti...Belki de, bana öyle geldi!..

      En öndeydik. Şoförümüz, hareketimizden îtibâren, yardımcısına, patronunun kendisine birkaç aydır maaşını ödemediğini anlatıyordu..

      Hava güneşli, yollar da gayet düzgündü..

      Ilıca'yı, Kandilli'yi, Aşkale'yi geçmiştik...Fakat..

       Kat ettiğimiz yolu, bir türlü T(ı)rabzon yoluna benzetemiyorduk...

      Eşim, beni uyardı:

      - Yanlış yola girdik, dedi.

       Hakîkaten de yanlış yola girmişiz!..Ne de olsa, ben, kırk dokuz sene önce geçmişim bu yollardan!..

       Bir de baktık ki, "Tercan 15 km." yazıyor.

       Bu, benim için, hârika bir hâdisenin başlangıcı olabilirdi...

       Şoförümüz, hâlâ farkında değildi. Biz ise, "Acaba?" sorusuyla oyalanırken, şoför:

        - Vay be, dedi, yanlış yola girmişiz!..

         Onun "Vay" ı, beni sevindirmedi desem yalan olur!..Hârika başlangıcın başındaydım...Hayatta neler olmuyor ki, bu da olmasın!..

         Söyleyeyim de, haklı mıyım haksız mıyım öyle karar verin!..

        Bizim, "Kukul" soylular olarak, Tercan'dan göç edip T(ı)rabzon'a geldiğimiz kesindir. Hattâ, Hâfız Mehmet dedeme, ilçemiz Beşikdüzü'nde "Tercan" lâkabıyla hitap edilirmiş. Babam ve bizi yakından tanıyanlar öyle söylerdi.

       O zamanlar, Tercan, Erzurum'a bağlı imiş...Zâten, Erzurum'a 91 km., Erzincan'a 100 km. uzaklıktadır.

      Sonraları...Yâni 11 Mayıs 1938 tarihinde, bir kanunla, Erzincan'a bağlanmış...

      Yâni, dedem, babam ve ben, târihî başlangıç olarak Erzurumlu, kabulleniş îtibâriyle Erzincanlı ve doğup büyüme T(ı)rabzonlu'yuz...

        Neticede, Tercanlı'yız!..Biraz Erzurumlu, biraz da Erzincanlı'yız!..Ve artık T(ı)rabzonlu'yuz...

       Peki, durup dururken, bu "Tercan'ı Görmek" başlığı da neyin nesidir, demeyiniz!..

      İşte, mes'ele burada başlıyor:

      Ben, dört yıl Erzincan Askerî Lisesi'nde ve 21 Mayıs 1963 hâdisesi sebebiyle Kara Harp Okulu'ndan atıldıktan sonra bitirdiğim Atatürk Üniversitesi'nde okurken, dört yıl da Erzurum da yaşadım.

       Bu dört artı dört sekiz yılın her anında, birine 91 ve diğerine de 100 kilometre uzaklıkta olan ecdâdımın/sülâlemin geldiği Tercan'a çok arzu ettiğim hâlde bir defa olsun gidememiştim.

     Tercanlı güzel arkadaşlarım da vardı. Onlar, orada, hâlâ, 'Kukul' soyadı taşıyanların bulunduğunu da söylüyorlardı..Fakat...bunca zaman, bir türlü Tercan'a gitmek nasip olmadı..

     Evet, "bunca zaman", zamandan bir zamandır ve bu zaman, beni, Tercan'a doğru sürüklüyordu.

     Zaman, artık dakikalarla sınırlıydı..

     Hem de eşim Cânan Hanım ile birlikte...

     Şoför, yardımcısına:

    - Artık, yapabileceğim bir şey yok, Tercan'a kadar, t(ı)rafik yol vermiyor, deyince, kesin olarak anladım ki, bugüne kadar göremediğim Tercan'ı, otobüsün üzerinde de olsa, şöyle bir temâşâ edebileceğim.

      Diyeceğim o ki, şoförümüzün üzüntüsü, bizim sevincimize dönüşmüştü...

       Durumu anladığımızı farkedince de:

      - Ne yapalım, gaza biraz daha fazla basar, zamanı telâfi ederiz, dedi.

       - Yok, dedim, ben şahsen çok memnunum, çünkü...

       Şoför,  "Niçin?" der gibi, kafasını yarım geri çevirdi ve direksiyonda olduğu için hemen önüne döndü.. Şüphesiz ki, mes'eleyi anlayamamıştı...

       Ben, hemen söze girip, 'çünkü'yü anlatınca, kahkahayı patlattı:

       -Şu işe bak, dedi, nereden nereye!..

      Zaman, işte bu zaman'dır da, bu zaman'ın da kıymetini bilmek herkese nasip değildir..

      Ben, kendimi, ziyâdesiyle nasipli görüyor ve bahtiyar hissediyorum...

       Zamana, hep ayarlı olmakla meşgûlüm!..

       

     

     

    

    

         

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR