Su

“Bizim keratadan adam olacak mı?” diyen babasına: “Hayır hayır yanlış söylüyorsunuz. Sizin çocuğunuz öyle değil. Sizin çocuğunuz bizim çocuğumuzdur. Sakın öyle demeyin! Yanlış! Yanlış! Yanlış! Yanılıyorsunuz! Elbette ki sizin çocuğunuz adam olacak. Biz onun için buradayız. Öz çocuklarımızı bıraktık da geldik buralara. En değerli sermayenizdir çocuklarınız. Onlar size emanettir. Bize emanettir.” diyorsunuz. Aileleri de eğitiyorsunuz bu arada. Uygulamalı sokak eğitimi yapıyorsunuz.

Eğitim için her vesileyi değerlendiriyorsunuz. Hoş bir seda bırakmak için yapmıyorsunuz bunları. Görevinizi ifa etmeye çalışıyorsunuz. Hiç rol yapmıyorsunuz. İçinizden geldiği gibi davranıyorsunuz. Alabildiğine doğalsınız. İnandığınız gibi yaşıyor ve yaşatıyorsunuz. İnandıklarınızı yaşatmak için uğraşıyorsunuz. Öğrettiklerinizle varsınız ve bir şey ifade ediyorsunuz. Böylelikle köklerini derinlere salan bir çınar oluyorsunuz. Dallarınız geniş bir yelpaze oluyor. Yapraklarınız oksijensizlere oksijen sağlıyor. Gölgenizde soluklananlar oluyor. Küçük fidanlara yaşamaları için su oluyorsunuz. Hayat kaynağı oluyorsunuz. 

Bahar geliyordu. Başkale"nin buzları çözülmeye başlamıştı. Benim buradaki görevim sona eriyordu. Bu haberi öğrencilerime söylemek çok zor olacaktı. Ancak kötü haber tez duyulmuştu. Öğrencilerim üzülmüştü.

Yanımdan ayrılmıyorlardı. Okula gitmeleri, derste olmaları gereken saatlerde onlar benimleydiler. Hocam, diyorlardı. “Gitme! Gitme! Nereye gitsek, neler yapsak sizin burada kalmanızı sağlarız?” Onlara ne desem onu yapacaklardı. Kararlıydılar. Müdürü dinlemiyorlardı. Benimle beraber şehrin sokaklarında oradan oraya koşturuyorlardı. Etrafımda 40 kişi vardı. 40 kişiyle sokakta gezdiğinizi bir düşünsenize. 40 olgun kişi. 40"ı da inanmış, güçlü, donanımlı ve bağlı. Kendimi o zaman çok güçlü ve koruma altında hissetmiştim. Böyle ordularım olursa yapamayacağım iş olmaz, diyordum. Burada böyle bir ordum vardı. İçimden şükrediyordum. Kelimeler boğazıma düğümleniyordu. Kesik kesik ve kısa konuşuyordum. Görüyordum ki konuşmam gerekenleri konuşmuştum.

En başta bu çocuklarım okuyacaklarına dair bana söz vermişlerdi. Onlar kitap okumaya alışmışlardı. Okuyun! Okuyun! Okuyun! Okuyacağız, diyorlardı. İnanıyorum size. Siz yalan söylemezsiniz. Hem yalan da kötüdür.

Hedefime ulaşmıştım. Bu da ayrı bir mutluluktu benim için. Bu anlar hayatımda duygu yoğunluğu bakımından en uç noktaydı. Çocuklardan utanmasam ferman dinlemeyen gözyaşlarıma izin verecektim. Başkale Camisi"nin yanından eve doğru gidiyorduk. Görenler hayretle bakıyorlardı. Dikkatli gözlerle süzüyorlardı bizi.

Cenazeye giden bir kalabalık değildik. Gidişimiz ölüme değil dirilişeydi. Bu dakikalar bana inanılmaz, anlatılmaz heyecanlar yaşatıyordu. Çocuklarım bana yakın olabilmek için birbirlerini itiyorlardı. Benimle son konuşmalarını yaptıklarının farkındaydılar. Son dakikaları en güzel şekilde değerlendiriyorlardı. Ben de onlara son sözlerimi söylüyordum. Görüşmelerimizi devam ettireceğimize dair sözler veriyorduk birbirimize. Mektuplaşacaktık. Telefonlaşacaktık. Birbirimizi özleyecektik.

14 aylık görev süremde yaptıklarımın, emeklerimin boşa gitmediği öğrencilerimin yüzlerindeki parıltıdan anlaşılıyordu. Gönlüm kalsa da gözüm arkada kalmayacaktı. Kuzularım büyümüş, gelişmişti. Kurtlara yem olmamayı öğrenmişlerdi. Onlara fazla bilgi yerine bilgilere nasıl ulaşılacağını göstermiştim. Hazıra konmayacaklardı. Sürekli çalışıp üreteceklerdi. Onlar üretmenin tadını almışlardı. Üreterek bir yerlere gelineceğini biliyorlardı. Okuyacaklardı. Çalışacaklardı. Boş durmayacaklardı. İnanıyordum onlara.   

Hepsiyle ayrı ayrı sarılıp vedalaştıktan sonra valizimi alıp otobüse bindim. Birbirimize son kez bakıyor ve el sallıyorduk. Elim, öğrencilerim ufukta kaybolduktan sonra da havada kalmıştı. Muavin: “Biletiniz hocam!” deyince kendime geldim. Güzel uykudan uyandım. Dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı. Gökyüzü yerlere en güzel hediyesini veriyordu. Bahar hediyesiydi bu. Gökten yere su yağıyordu.

Film şeridini geriye doğru sarmaya başlamıştım. Çok güzel bir film fragmanındaydım. Kaza kurşunuyla ölen çok ahlaklı Murat"ım geçti gözümün önünden. Dersleri bir öğretmen edasıyla yürüten, arkadaşlarını uyaran Cemil çıktı sahneye. Sonra diğerleri. Filme iyice dalmıştım. Bir ses “Hocam su ister misiniz?” Evet, içim yanıyor.

Öğretmenlik mesleğinin yılmaz bekçileri, icracı sanatkârlarımız sizinle paylaştım mahrem sırlarımı. Beni anladınız değil mi?

Kıraç toprakların başı eğik çocuklarının karanlık dünyalarına ışık olmuştuk. Dönüyorduk. Kazanılmış bir seferden döner gibi. Mutlu ve muzaffer bir komutan edasıyla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR