“SEN DESTANI YAZDIN, BEN DE…”

“SEN DESTANI YAZDIN, BEN DE…”
“SAMMED”in 2. Yayını Olan “SEN DESTANI YAZDIN, BEN DE…” Üstüne “Şâir ve Yazar Ali KAYIKÇI” ile bir Sohbet

                            Röportaj: M. Emin DÜNDAR
“BU ESER, SON AYLARDA ÜLKEMİZDE YAŞANAN DESTANÎ OLAYLARIN KİTAPLAŞMIŞ HÂLİDİR”
M. Emin Dündar: -Sayın Ali Kayıkçı ağabey. Şehrimizde kurulan ve sayıları bini çoktan aşmış bulunan mevcut dernekler arasında,  kısa zaman önce hayat bulmasına rağmen, ilk genel kuruluna yaparak çalışmalarına hızla devam eden “SAMMED Samsun Medya Gazeteciler Cemiyeti”nin 2’nci yayınını da hazırlayan Şâir ve Yazar’sınız. Bu konuda neler hissediyorsunuz?
Ali Kayıkçı:  -Önce, böyle bir sohbet imkânı bahşettiği için Denge Gazetesi’ne ve sonra da Yazı İşleri Müdürü Sn. Mehmet Hazinedar Bey kardeşime, şahsınızda teşekkürlerimi ifade etmek isterim. 
3 yıl önce rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş bulunan “Enver Ören Ağabey”imizin çok güzel bir tespitleri vardı. Evvelâ bunu belirterek söze başlamak,  bir kadirşinaslık gereği olacaktır, diye düşünüyorum. Rahmetli, “Gazetecilik, bir memuriyet gibi değildir. Burada, mesai mefhumu olmaz. Bu meslek, mesai saatlerini düşünen kimseleri bünyesinden atar” diyerek çalışanlarını âdeta ateşlemiş ve günün 24 saatinde bu mesleğin gereğinin yapılmasını istemiştir. 
Biz de emekli bir gazeteci-yazar olarak, O’nun bu güzel tespit ve hedef tayin eden sözleri karşısında, bir kenara çekilmek yerine kaleme-kâğıda daha bir sarılarak araştırma ve yazmaya devam ettik. Okuduklarımıza-duyduklarımızı, duyduklarımıza –gördüklerimizi, yaşadıklarımıza-hislerimizi katarak, televizyon başında haberleri dinlerken döktüğümüz gözyaşlarını da âdeta mürekkebe karıştırarak yazdık… yazdık… Köşe yazısı olarak yayınlayıp okuyucularımız ile paylaştık… Sonrasında da bir gün… 

M. Emin Dündar:  -Evet, sonrasında da bir gün… Ne oldu, nasıl oldu da bunları kitaplaştırmaya karar verdiniz?..

Ali Kayıkçı:  -Sonrasında bir gün, “Türkiye Gazetesi Başyazarı Sn. Rahim Er”in 21 Ocak 2016 günlü “Bu Millet, Size Minnettardır!” başlıklı köşe yazısında; âdeta “gönül tellerimizi titreten”  ifadeler kullanması, bize, önce Isparta Eğirdir Komanda Taburu’nda, sonrasında ise Tunceli’de askerlik görevini tamamlamasının ardından müteakip sene “menenjit” hastalığından, çalışmak için gittiği İstanbul’da vefat eyleyen oğlum Sencer Ayhan’ı hâtırlattı;  ardından da bu eseri yazma kararını verdirdi…
 “Üstâd Yazar Rahim Er” şöyle diyorlardı:
“…Kahramanlar, yalnızca tarihte kalmadı. Malazgirt’te kalmadı. Niğbolu’da, İstanbul’un Fethi’nde, Teselya’da, Kut’ul Amara’da, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, İstiklâl Harbi’de, Pusan’da, Girne’de kalmadı! Bu milletin kahramanları tükenmedi…
Kalpleri tarihteki büyük kahramanların imanıyla dolu o yiğitler; Mehmetçik dediğimiz askerimiz ve Ahmetçik dediğimiz polisimiz Güneydoğu’da, iç hainlerin dış düşmanlar adına gasp etmek istedikleri aziz vatan toprağını aslanlar gibi müdafaa etmekte, gözlerini kırpmadan ölüme koşmakta, yıldırımlar gibi üstlerine düşmekte, rehine alınmış ihtiyarları sırtında, yavrularımızı kucaklarında taşımaktalar…
O yiğitlerin hakkını teslim etmek için, destanlarını yazmak için, tarih olmalarını beklemek şart mı? Bugün ne diye duruyor, kalemlerimiz neyi bekliyor, biz neyi gözlüyoruz? Onların taşıdığı can değil mi? Onların arkada bıraktıkları nur damlası misali yavrularının, vakar abidesi gencecik eşlerinin, asırlık çınarlar benzeri ana ve babalarının ciğerleri ciğer değil mi? Onların ahları ah, gözyaşları kanlı değil mi?
Bir tek Ahmetçiğin, bir tek Mehmetçiğin Sur’da, Silopi’de, Cizre’de veya bir başka yerde kahpe tuzaklar önünde, bölücü katiller karşısında geri durduklarını, sırtlarını döndüklerini, cepheyi terk ettiklerini, rehine alınmış aileleri kendi hâllerine bıraktıklarını gördünüz mü, duydunuz mu, işittiniz mi?
Hayır! Mehmetçik, Ahmetçik; Özel Harekâtçımız, Bordo Berelimiz, Jandarmamız, o yerine göre bir aileden yarım düzine şehit vermiş Korucumuz, korku nedir bilmediler, geri adım atmadılar. Sevdiklerini emanet edileceğe emanet ettiler ve ‘Allahü ekber!’ diyerek Allah, din, kitap, vatan tanımaz teröristlerin üstüne gittiler... 
Kahramanlarımıza müteşekkiriz... 
Alnı öpülesi yiğitlerimize duacıyız. (…) Ne yapılsa hakları ödenemez. Hem bu toprakları fetheden mübarek ecdada ve hem de bu toprakları müdafaa eden civan gençlere minnet borçluyuz, dua borçluyuz.
Şiirler onlar içindir. 
Destanların en soylusu onlar için!..”

            “DESTANSI HABERLER” HEMEN HER GÜN GELMEKTE
Ali Kayıkçı: (Devamla) -Bu yazının üzerinden bir hafta-on gün geçti geçmedi ki Güneydoğu’dan “Destansı Haberler” bir biri peşine gelmeye başladı. Bunlardan birinde; “Asker ve polislerimiz, arkadaşlarını kurtarmak için kurşunlara meydan okuyup vücutlarını birbirlerine siper ediyor. Kahramanlık ve dram kol kola…” derken bir diğerinde “Çanakkale ruhu bir asır sonra Sur’da, Cizre’de, Silopi’de can buldu… Ailelerini, sevdiklerini geride bırakıp G. Doğu’ya koşan asker ve polislerimiz, ihanetin binbir çeşidiyle mücadele ediyor... Yürekleri vatan sevgisiyle çarpan aslan parçaları, hainlerin köstebek yuvasına çevirdiği şehirlerde dünyada bir örneği daha olmayan destan yazıyor” diye dost-düşmana tâ gönülden sesleniyor, öbüründe ise bu destanî hayattan bir kesitte başka bilgiler veriliyordu…
Bütün bunlar bir araya geldiğinde eserin çatısı âdeta çatılmış, sıra iç bölmelerin yapılmasına gelmişti ki biz de 2015’te kaleme alıp yayınladığımız köşe yazılarımızdan bâzı seçmeler daha yaparak “köşe yazısı-şiirler” sayısını “55”e tamamladık… “Niçin “55”? diye soracak olursanız, bu “Samsun Plâkası”nı hâtırlatmak yanında asıl “Millî Mücâdelenin başlangıç yeri” olduğunu akla getirmesi bakımından önemlidir, diyoruz. 
“1 Kasım 2015 Seçimleri”nden sonra da ülkede âdeta “Yeniden bir Millî Mücâdele Dönemi” yaşandığına şâhit olduğumuz için, bunu özellikle vurgulamak istiyoruz…
Diğer taraftan şunu da özellikle belirtmek isteriz ki, “Destansı Haberler” bizim bu kitaba aldıklarımızdan ibaret değildir. Bakınız, eserin basımından sonra 28 Mart 2016 günlü gazetelere düşen bir haberde, “Mardin Nusaybin’de şehîd düşen Özel Harekâtçı Polis Memuru Coşkun Nazilli’nin Hayatı”ndan bâzı kesitler verilmekte ve üzerinden çıkan bir mektupta aynen şöyle denilmektedir:
-    “Vatan sevgisi îmândandır.
-    Dünyâ hayatı oruç, ölüm ânı ise iftardır. 
-    Dağlar taşlar mekânı, toprak yorganıdır. 
-    Sevgiliye kavuşmak, O’nun için vuslattır. 
-    Bırak güneş kavursun, kar yağsın ne çıkar; hain mermiler gecelerli yıldız gibi yağar. 
-    Rüzgâr eken hain, elbette fırtına biçer…
-    Alperen yiğidim, sen bu yolda devam et! Sen bir efsanesin, derman Özel Harekât!..
-    Dağların kartalısın, ferman Özel Harekât!.. Terörün kâbusu, yılmaz Özel Harekât!..
-    Şehîdlerin mirasçısı, Polis Özel Harekât!.. Söz konusu vatansa, gerisi teferruat!..
-    Saraylarda süremem, dağlarda sürdüğümü; bin cihâna değişmem şu öksüz Türklüğümü!..”

            “YENİDEN MİLLÎ MÜCÂDELE DÖNEMİ”
M. Emin Dündar:  -Biraz önce “Yeniden bir Millî Mücâdele Dönemi” dediniz, bunu biraz daha açar mısınız?.. Niçin ve neden “Yeni bir Millî Mücâdele?..”

Ali Kayıkçı:  -Bilindiği üzere;  1. Dünya Harbi’nden yenik çıkan Osmanlı Devleti’ni parçalayıp yutmak için ortaya çıkan müstevli devletler, aldıklarıyla yetinmeyerek yüce Milletimizin son dayanağı olan Anadolu topraklarını da paylaşmak, buradan Ermenistan ve Yunanistan’a da paylar vermek için harekete geçtiler.  Akabinde de Samsun’dan başlayan bir karşı hareket ortaya çıktı ve elhamdülillâh ülkemiz,  düşmanların hain emellerinden kurtarıldı.  
Şimdilerde ise; sözde iktidar partisi “AKP’ye ve O’nun Kurucusu Sn. Cumhurbaşkanı’na vurmak” zahiri görüntüsü altında “millet ve memleket bütünlüğümüze” saldırılmakta, iç ve dış düşmanlar orada burada teşkilâtlanarak menfur emellerine ulaşmak için envai çeşit yollara başvurmakta ve neticede de ülkemiz içinde kanlar akıtılmaktadır…
Başta “Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu” Başbakanlığındaki “Hükümet”, “Recep Tayyip Erdoğan” Cumhurbaşkanlığındaki “Devlet” ve “Silâhlı Kuvvetler” komutasındaki kara, hava ve deniz kuvvetleri ile jandarma birliklerimiz, “İçişleri Bakanlığı” emrindeki “Polis” teşkilâtlarımız… topyekûn bir mücâdelenin içerisine girerek bu deni (alçak) güçlere karşı cansiperane bir savunma yapmaktadır… 
Bütün bunlar olurken, biz de 4 erkek evlât yetiştirerek askere yollamış,  bunlardan birini de kendi elleri ile toprağa vermiş bir gazeteci-yazar ve baba olarak, kalemimizin gücünce bir katkı verelim istedik… 
Bu isteğimizi de “SAMMED”in kültür-sanata verdiği samimi destekler ile birleştirince bu güzel eser ortaya çıktı, diyoruz ve bunun okunarak elden ele, dilden dile yaygınlaştırılmasını ümit eyliyoruz… 

                ESERE, NİÇİN BU İSİM VERİLDİ?
M. Emin Dündar:  -Eserin ismini “SEN DESTANI YAZDIN, BEN DE… (Teröre Karşı Gâzî ve Şehîdlerimizin Kahramanlık Destanları konulu 55 köşe yazısı-şiir)” şeklinde niçin kullandığınızı merak edenler de oluyor.  Bu konuda neler söylersiniz?..
Ali Kayıkçı:  -Bunu bize de soranlar oluyor. Vesile ile burada da açıklamak imkânı verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Efendim,  bu eser;  herhangi bir halk şâiri tarafından “kurmaca tarz” denilen şekilde, hayâl mahsulü olarak düşünülüp kaleme alınmış  “destan- şiirler” değildir.  Bunlar; ülke bütünlüğü için canlarını ortaya koyarak kanlarını akıtarak al bayrağımızı tekrardan oralarda dalgalandıran “Mehmetçiklerin, Ahmetçiklerin, Bordo-Berelilerin, Korucuların, İstihbaratçıların…” kahramanlık destanlarıdır. Bu destanlar; esasında onların yakın târihe yazdıkları, bizim ise sâdece kaleme alıp kâğıda döktüğümüz, hece vezni tarzında edebiyat dünyâsına armağan etmeye çalıştığımız, gâzî ve şehîdlerimizin ibretamiz hikâyeleridir…  
Bu eser aynı zamanda bizim “Türkiye Gazetesi”nin açmış olduğu şiir (Bir İnsan Ki–1982) ve “Türk Basın Birliği”nin “Cumhuriyetin 60. Yılı Şiir Yarışması”nda da “Mondros’tan Cumhuriyete” isimli “destan” dallarında “birincilikler” kazanıp ödüller aldığımız müsabakaların üzerinden 33-34 yıl geçtikten sonra yaptığımız bir başka  “edebî çalışma”mız olmaktadır ki, buradan “birincilik” değil, şehîd yakınlarımız ile gâzilerimizden “hayır duâlar” beklediğimizi özellikle ifade etmek isteriz….      

M. Emin Dündar:  -Sayın Ali Kayıkçı Ağabey;  gerek bu güzel eseriniz ve gerekse sizinle röportaj yapmak fırsatı verdiğiniz için şahsım ve SAMMED ile Gazetem adına teşekkürler eyliyor, sağlık ve afiyetler diliyorum efendim…   

Ali Kayıkçı:  -Ben de size, böyle bir sohbet fırsatı sağladığınız için, güzel sorularınız sebebiyle şahsınıza ve sizi görevlendiren “Denge Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve SAMMED Başkanı Mehmet Hazinedar” Bey kardeşime bilmukabil teşekkürler eyliyor, size ayrıca yeni çıktığınız bu yolda sonsuz başarılar diliyorum… Sağolun, varolun!..

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.