İyilik Meleği

   Aşağıdaki hikâyede bir iyilik meleğiyle karşılaşacaksınız. Bu küçük melek hepimize ibretlik dersler veriyor. Kurban bayramı öncesi verme ve yardımlaşma duygularını harekete geçirecek bir hikâyeyi sizinle paylaşmayı uygun buldum. Yarın vereceğim demeyin. Bugün ne verebiliyorsanız verin. Bugün verdiğinizin az da olsa başkalarının çoklarından daha değerli sayılmayacağını kim iddia edebilir? Verdiğiniz gönülden olsun da isterse az olsun! Şimdi hikâyeye geçelim.               
   Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.

   Öğretmeni, onun bu hâlini fark etti:
— Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
— Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
— Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
— Ahmet arkadaşımız var ya…
— Evet, ne olmuş Ahmet'e?
— Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pek iyi şeyler koymuyor.
— Ee?
— Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

 
   Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pek iyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Öğretmen:
— Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
— Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
— Nerede çalışıyorsun?
— Simit satıyorum.

   Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi. Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa belki bir yolunu bulurdu.

   Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:
— Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
— Çok zengin bir işadamı…
— Niçin?
— İnsanlara daha çok yardım etmek için…
— Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme, çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
— Olmaz, dedi Ali. Simdi yapmalıyım.
— Neden olmaz?
— Üç sebepten dolayı olmaz.

   Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: “Ağaç yaş iken eğilir.” deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.
Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

   Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
—Bu sonuncusunu pek iyi anlayamadım, dedi.
— Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Simdi, çok zengin olmadığım için ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, cenneti gücü kadar iyilik edene veriyor. Simdi gücüm bu olduğuna göre cennetin fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?

   Nurhan Öğretmen"in gözleri dolmuştu. Başını “Evet” anlamında sallarken Ali"yi evine yolladı.

 
   Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı parların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Öyle bu paralar, Bu bozuk, simit paraları, cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

 
   Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, ağladı...

 
   Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş yavaş sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken Bekçi Sadık  “Simit paraları ile  cenneti satın almak, simit paraları ile  cenneti satın almak”  diye  Nurhan Öğretmen"in sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde “ Ne dediniz hocam? “ demesini bile duymayan Nurhan Öğretmen bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti.
   İSA ABANOZ

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsa Abanoz Arşivi
SON YAZILAR