M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

İLİM ADAMI DURUŞU/5


(Dünden devam)  
Sözümün burasında, Sıtkı Ulay Paşa:
        -Çok enterasan fikirler. Fakat asıl konuşmak istediğimiz bir mevzu var. Müsaade ederseniz onu konuşalım, dedi.
      - Buyurunuz efendim, sizi dinliyorum. Sıtkı Ulay:
      - Haber aldık ki siz, Cumhurreisliğine adaylığınızı koymuşsunuz. Bu haber doğru mudur?
      - Doğrudur efendim. Yalnız bir noktayı tavzih etmem lâzım. Ben bu makama kendimi, kendim lâyık görmüş ve tâlib olmuş değilim. Esasen, vaktile, muvaffakiyetsizlikle biten bir tecrübeden sonra, hayatım boyunca hiçbir makam ve memuriyete kendim tâlib olup arkasından koşmadım. Bulunduğum memuriyetlere hep çağrıldım ve rica edildim. Bu defa da böyle oldu. Saat on üçten beri otelde  grup grup ziyaretime gelen muhtelif partilerden, Milletvekilleri, bölgeleri halkının beni bu makamda görmek istediğini söylediler ve adaylığımı koymamı istediler. Bu umumî isteğe müsbet cevap vermeyi bir vazife bilerek adaylığımı koydum.
     - Adaylığınızı geri almanız lâzımdır. Gürsel Paşanın karşısında başka bir adaylığa müsaade edemeyiz.
       - Yanlış yoldasınız, Paşam. Dürüst bir seçimden sonra tutulacak yol bu değildir. Demokrasi hukuku emreder ki, seçimler, her safhasında, serbest olsun, zorlanan bir seçimden hayır gelmez. Sözde seçim, dikta rejimlerinde görülen seçimdir. Sizler demokrasi yolunda yürüyeceğinizi söylediniz. İktidarı, seçimlerde kazanacaklara teslim edeceğinize söz verdiniz, hattâ yemin etiniz. Ben buna inanarak Cenevre'den kalktım, geldim. Sizlere yakışan, verdiğiniz sözü tutmaktır.
      15 Ekimde Milletvekilleri seçilmiş, millî irâde tecelli etmiştir. Müsaade ediniz, milletin vekilleri yarın toplansın, Meclis açılsın. Herkes elini vicdanına koyarak serbestçe reyini kullansın? Ekseriyeti kim kazanırsa, makama o geçsin. Memleket için hayır bundadır. Ben çok ümid ederim ki, yine Gürsel Paşa kazanacaktır. Fakat bu, şerefli bir kazanç olacak ve efkâr tatmin edilecektir. Serbest bir seçimle mevki kazanmanın şerefi büyüktür. Zorlanan seçim, seçim değildir. Tekrar edeyim ki, demokrasinin gösterdiği tek yol, budur. Padişahlıkla Cumhuriyet arasındaki fark da buradadır. Padişahlıkta makamın sahibi önceden bellidir ve bu (Veliahdi saltanattır) Cumhuriyette ise, makamın lâyıkını yalnız halkın veya halk temsilcilerinin serbest reyleri tâyin eder.
     Fahri Özdilek:
     - Biz de demokrasi dedik durduk ve seçimlere öyle girdik. Seçimden çıkan netice bu mu olmalıydı? (Sayın Fahri Özdilek, Halk Partisinin seçimlerde büyük ekseriyet kazanmasını bekliyordu.)
       - Ben, seçimlerin neticesinde anormal bir şey görmüyorum. Bu, kabul ettiğimiz nisbî temsilin normal neticesidir. Bu usulde, muayyen bir partinin, ekseriyet usulünde olduğu gibi, kahir bir çoğunluk kazanmasını  beklemek abestir...Hükûmet teşkilinde zorluklar çıkması ve kuvvetli bir hükûmet kurulamaması da sistemin diğer mahzurlarıdır.
     Sıtkı Paşa devamla:
     - Bizi anlamanız lâzımdır. Müşkül bir durumdayız.  Son günlerde bizim, hükûmet olarak, kuvvetimiz yoktur. Orduda yeni bir junta kurulmuştur. Bize bu junta dikte etmekte, talimat vermektedir. Biz bugün devlet radyosuna bile hâkim değiliz. Radyo da juntanın emrindedir. Adaylığınızı geri almanız hususunda bize talimat veren de bu juntadır. Biz, size juntadan aldığımız talimatı tebliğ ediyoruz. Kabul edip etmemek size aittir. Fakat kabul etmediğiniz takdirde, sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Bunu açık söyleyelim. Netice yalnız  bundan da ibaret kalmayacaktır. Meclis açılmadan dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak ve askerî idare devam ettirilecektir. Siz, bir hukuk profesörü olarak, memleketin böyle bir âkıbete düşmesine elbette razı olamazsınız.
     Paşa, bu sözleri soğukkanlılıkla söylüyor  ve bende yaptığı tesiri dikkatle müşahedesi altında bulunduruyordu.
      Tehdit okları hedefine varmış, benim moralim altüst olmuştu. Ben, tehdit ve terör altında iş görecek ve muvaffakiyet arayacaklardan değildim. Sulh adamı, hak ve vazife âşıkı, medenî bir insandım. Tekme ve tabanca ile iktidara gelmek benim işim değildi. Bu bakımdan Paşa, karşısında tam adamını bulmuştu.
      Tehditler korkunçtu; gerçi ömrümün çok senelerini geride bırakmıştım, önde kalan üç beş senenin nazarımda hiç kıymeti yoktu. Fakat Meclis dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak, askerî idâre devam ettirilecek ve bütün bu felâketler benim yüzümden kopacaktı. Yâni; İnönü- Bayar düşmanlığı şimdi Gürsel-Başgil düşmanlığı şeklinde yeniden hortlayacaktı. Allah bunu bana göstermesindi. Memleketini seven bir insan sıfatile ben elbette buna razı olamazdım.
     Paşalara cevabım şu oldu:
     - Arz ettiğim gibi, ben Cumhur Reisliğine adaylığımı hotbehot koymuş değilim. Halkın arzusu ve Milletvekillerinin talebi üzerine koydum. Fakat buna söz verdim. Hatta, yalnız söz değil, yazılı bir beyanname imza ettim. Ben verdiği sözden dönen ve imzasını yalayan nâmertlerden değilim. Adaylığımı geri almama imkân yoktur. Fakat benim yüzümden memleketimin söylediğiniz âkıbetlere sürüklenmesine de gönlüm razı olmaz. Bu vaziyet karşısında bana düşen bir iş kalmıştır, o da, yarın alessabah senatörlükten de istifa ederek evime dönmektir.
     - Bunu da yapmayacaksınız, çünkü bunun da avâkıbi (âkıbetleri, neticeleri) var.
     - İstifa etmek benim hakkımdır. Hakkımı kullanmak için kimseden müsaade almaya ihtiyacım yoktur. Kararım verilmiştir.
      Tahsin Demiray ilâve etti:
     - Böyle tazyik ve tehdit altında kalacak isek, bizim hepimiz de istifa eder, evlerimize döneriz, dedi.
       Kalktılar otele geldik.
        (...) Menderes merhum da kendisine duyurulan tehdit ve tehlikelere kulak asmamasının kurbanı olmamış mıydı? Merhuma, Çankaya toplantısında, bizzat kendim, çekilme teklifinde bulunmamış mı idim? Vaziyet aşağı yukarı ayni idi. Hususile, tehlikeyi bana haber verenler, rastgele kimseler değildi. Karşımda biri Hükûmet Reis vekili, diğeri Devlet Vekili sıfatı taşıyan iki zat konuşuyor ve olacağı söylüyordu. Buna blöf deyip geçmek tecrübelerden ders almamış olmaktı.
     Sıtkı Paşa bir juntadan bahsediyordu. Ben, bunun neyin nesi olduğunu sormadım, kendisi de açıklamadı. Fakat, her şey olup geçtikten sonra, 22 Şubatçılardan Albay Talât Aydemir ve arkadaşlarının geçenlerde gazetelerde çıkan beyanlarından anlaşılıyor ki bizim Başvekâlet konuşmalarımız sırasında orduda hakikaten bir junta kurulmuş, hatta bir protokol de imza edilmiştir. "  (13)
      e) SONUÇ
     Biz, bu makalemizde, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in kendi beyanlarını esas alarak, O'nun, hâdiseler karşısındaki  "duruş"unu dört safha hâlinde ifadeye çalıştık. Bunda; kendine muarız düşünceler  karşısında onlarla nasıl mücâdele edip doğruyu aramaya gayret gösteriyorsa, kendi düşüncesine yakın olanların da gaflete veya yanlışa sürüklendiği zamanlarda, aynı ciddîyet ve azimle, şâhit olduğu  aksaklıklarını hiç tereddüt etmeden ve çekinmeden, bildiği doğruları dile getirerek, onları da, îkaz ettiğini, yol göstericiliğinden sapmadığını müşahede ettik.
    O; 1946 yılında, Celâl Bayar'ın, yeni kurduğu partiye katılmasını istemesi üzerine: 
    "- Efendim ben, üniversitede hoca kaldıkça, fikir istiklâlimi muhafaza etmek kararındayım. Tâ ki yarın iktidara geldiğiniz zaman müsaadenizle, sizleri de tenkit edebileyim. "
    Düşüncesini, sözünü etmeye çalıştığımız 'duruş' ile, tahakkuk ettirmiş nâdirlerden biridir.
     Yâni; O, sâdece, muarızı olarak görülen Cumhuriyet Halk Partisi mensuplarını değil, taraftarı olduğu, kabûl edildiği veya göründüğü Demokrat Parti idârecilerini de ve ardında gelen darbe / ihtilâl dönemi  salâhiyetlerini ve mes'ullerini de tenkit etmiştir.
      Bu mânâda duruş; fevrîlik, benbilirimcilik, kabadayılık, serdengeçtilik, enâniyet değil, dürüstlük, fikirde mâsûmiyet, adâlette vicdânî muhasebe, mukabile ve muarıza emînlik, cesârette temkin, tevâzûda tâvizsiz  mükemmeliyettir. 
     İlim adamı duruşu; hâdiseler karşısındaki soğukkanlı, itidalli ve yapıcı / onarıcı / tamirciliğin de ötesinde, kurucu / inşâ edici olabilme mahâreti ve cür'etidir. 
     Fikrî murakabe yanında, muhtelif görüşleri terkip edip, mukabeleci  fakat mutabakatçı bir zekâ ile, vaziyet alabilme cevvalliği, kıvraklığı; hâdiseleri akl-ı selîmle çözümleme, kavrama ve hâlletme  tavrıdır.
    * Ondokuz Mayıs Üniversitesi Em. Öğretim Görevlisi, Şâir ve Yazar
KAYNAKLAR
1. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Gençlerle Başbaşa, Baha Matbaası, İstanbul 1959, Sf.58
2. Orhan Kesimgil, Rahmetli Amcam Ali Fuat Başgil, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil - Bildiriler Kitabı, Hazırlayan: Prof. Dr. Cevdet Yılmaz, Çarşamba Belediyesi Kültür Yayınları - 1, Samsun 2011, Sf.61
3. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Türkçe Meselesi, Yağmur Yayınevi, İstanbul 2006, Sf. 53-57
4. a.,g.,e., Sf. 58 - 62
5. a.,g.,e., Sf. 66 - 68
6. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul , Ekim 1990, Sf. 66
7. a.,g.,e., Sf.68 - 69
8. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Yağmur Yayınevi, İstanbul 2011, Sf. 115 - 118
9. a.,g.,e., Sf. 124 - 128
10. a.,g.,e., Sf. 129 - 137
11. a.,g.,e., Sf. 139 - 140
12. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, Ekim 1990, Sf. 94 - 95
13. a.,g.,e., Sf. 96 - 103

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR