M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

İLİM ADAMI DURUŞU/3


(Dünden devam)
       Yukarıya aynen aldığım açıklamamı noktası noktasına tekrarlayarak, Meclis'in iç tüzüğün 177. madde gereği sözü edilen araştırma komisyonunu kurmaya elbette hakkı olduğunun altını çizdim fakat şunları da ilâve ettim:
      - Önemli olan bu komisyonu kurmak değil, ona verilen yetkinin alanıdır. Şimdi, benim o açıklamayı yaptığım gün bu yetkilerle ilgili kanun henüz oylanmamıştı. Bildiğiniz gibi oylama bir gün sonra yapıldı ve ancak 28 Nisan sabahı resmî gazetede yayınlandı. Onu okuyunca gördüm ki, maalesef haddi aşıyor ve bazı noktalarda Anayasamızla kesinlikle uyuşmayan hükümler içeriyor." ( 9)
      Bu sözler, Başgil'in ilim adamı duruşundaki bir başka merhale ve tavırdır. Ancak; târih boyunca müşahede edilmiştir ki, siyâset, dâimâ kendine muarız olabilecek üst mercilere tahakküm etmeyi  vazife bilmiştir. Başında 'demokrasi' kelimesi  bulunsa bile, istifâde ettiği 'ilim' ve 'adâlet' müesseselerine  baskın olmayı tercih etmiştir. Halbuki; adâleti ve ilmi temel yapmadan yükselmeye çalışan her siyâsî hareket, geleceğe dâir emellerinde kısır ve verimsiz olur. Sâdece, hüküm sürdüğü / sürdürdüğü zaman dilimine hapsolur.
      Başgil'in bu görüşüne Menderes itiraz eder ve bir süre istişâre / tartışma devam eder. Buna, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, şu cümlelerle müdahâlede bulunur:
    "- Beyler, karşılıklı olarak ileri sürdüğünüz deliller, hukukî bakımdan ne kadar ilgi çekici olursa olsun, bu toplantının asıl gayesiyle yakından ilgili değildir. Şimdi bizler ortada olup bitmekte olan bir durumla karşı karşıyayız: Araştırma komisyonu oluşturuldu, yetki kanunu çıktı ve bu tedbirler ayaklanmalara yol açtı. Ne yapmalıyız ve Sayın Profesör bize bu durumda ne tavsiye ediyor? Sanırım bu toplantının asıl amacı bu, halledilecek mesele bundan ibaret.
      - Sayın Cumhurbaşkanım, size asıl tavsiyem, son derecede ihtiyatlı hareket etmenizdir. Her şeyden önce de, yetki kanununun hükümlerini tatbik etmemenizdir, çünkü onlar Anayasa'ya tam manasıyla uygun değiller. Bu açıdan tekrar gözden geçirilmek üzere, bu kanunun Meclis'e hemen geri  gönderilmesi uygun olur. Gençliğe karşı  aşırı sert tedbirlere başvurulmamaya özelikle çok dikkat edilmesi de gerekir.
    - Ben kesinlikle bu görüşte değilim. Tam aksine, son derece sert davranılması ve kışkırtıcıların herkesin ders alacağı bir şekilde cezalandırılması lâzım. Şimdilerde yetkili makamların görevi bu olmalıdır.
      Bu arada hafif bir anlam kayması oldu. Sayın Bayar, düşüncesini ifade etmek için Arapça'dan Türkçe'ye geçmiş, çok sert ve suçluların ibret alacağı bir cezalandırma anlamına gelen "tenkil" kelimesini kullanmıştı. "Tenkil" ile sadece eleştiri anlamındaki "tenkit" kelimeleri arasındaki büyük benzerlikten ötürü ifadeyi tam olarak anladığımdan emin değilim. Konuya biraz açıklık getirilmesini isteyince, Cumhurbaşkanı biraz da öfkeli bir şekilde tenkitlerin zamanı çoktan geçtiği, şimdi ise elebaşıları şiddetle cezalandırma vakti olduğu cevabını verdi.
        - Sayın Cumhurbaşkanım, lütfen beni bağışlayınız, ama ben bu görüşlere katılamam. Sosyal barışı koruma görevi dolayısıyla hükûmetin elbette kamu güvenliğini bozan kimselere karşı zorlayıcı tedbirler almak ve hatta gerekirse çok sert davranmak bazen hakkıdır. Fakat ne yaptığını, ne ettiğini  çok iyi bilerek. Şu andaki durum fevkalâde vahim bir hâl aldığına göre, bence mesele çok daha nazik bir duruma gelmiştir, çünkü askerler bile bu hareketin içinde yer almaya başlamıştır. Ben, İstanbul'daki gösterileri başından sonuna kadar takip ettim. Bu gösteriler basit bir talebe ayaklanmasının çok ötelerine ulaşmış bulunuyordu. Hiç şüphesiz bu gösterileri elebaşılar hazırlıyordu, fakat gelin görün ki onlar beş binden fazla genci bir araya getirip gırtlaklarını yırtarcasına "Kahrolsun hükûmet!" diye slogan attırabiliyorlardı. Özellikle de Üniversite'nin önünde kendi gözlerimle son derece çarpıcı ve anlamlı bir sahne gördüm...
     - Ne sahnesi? diye sordu Cumhurbaşkanı.
     Öğrenciler ile subay ve asker arasında aniden görülen kucaklaşmaları anlattım.
     - Bu sahne, diyerek ilâve ettim, bence bundan böyle ordunun üniversite gençliği ile ortak hareket edeceğini gösterir. Vahim olan, çok vahim olan budur.Bu durumda sert çarelere başvurmak gidişi daha da azdırır ve neticede kontrolü imkânsız tepkilere yol açar. Uzun lâfın kısası, az önceki tavsiyelerime tekrar dönersek: Azami ihtiyatla hareket edilmeli ve sert  tedbirlere yönelmek yerine bütün ihtimaller göz önüne alınmalıdır.
    - Muhterem Hocam, dedi Menderes, siz acaba bu çıkmazdan kurtulmak için kendiniz daha başka çareler de düşündünüz mü? Bu konuda bize ne tavsiye edersiniz?
    - Sizin sorunuz beni çok ağır bir sorumluluk ve ağır bir görevle karşı karşıya bırakıyor. Fakat bundan kaçmayacağım. Zaten buraya gelirken neye muhatap olacağımı biliyordum ve memleketime olan aşkımdan dolayı ve millî barışa hizmet etmenin verdiği güvenle de düşündüklerimi apaçık söylemeyi kararlaştırmıştım. Sizden sadece bu görüşmeyi daha  dar bir halka içinde yapmak üzere yemek sonuna ertelemenizi isteyeceğim.
     Gerçekten de durum çok can sıkıcıydı ve sadece onun fevkalâde karakteri benim böyle bir istekte bulunmama izin veriyordu. Böylece benim Başbakan'la konuşmam ancak biraz sonra, Bayar ve Meclis Başkanı Koraltan'ın da bulunduğu yan bir odada yeniden başladı. Bir masanın etrafında toplandık. Menderes sözü açtı:
       - Sayın Hocam, az önceki konuşmamız sırasında sizin bizi hatalı bulduğunuz izlenimi edindim. Böyle bir izlenim edinmekte haklıyım, haklıysam bize yönelttiğiniz tenkitler tam olarak nedir?
      - Üzülerek açıkça ifade etmeliyim ki, hissiniz sizi yanıltmamış. Ayrıntılı açıklamalar fazla zaman alır. Ben şimdilik bir tespitle yetineceğim. Sizler halkın büyük çoğunluğunun kesin desteğine, haklı veya haksız, güvenerek, ülkenin zinde ve etkili kuvvetleri olan üniversite öğretim üyelerini, yazarları, gazetecileri, subayları...ihmal ettiniz.Tek kelimeyle, Türkiye'nin "beyin takımını" umursamadınız. Asıl üzücü olan nokta da şu ki, biraz daha fazla uzlaşmacı, biraz daha fazla cana yakın bir tavır, bence, bu kuvvetleri dizginlemeye yeterdi.
    - Bildiğiniz bütün şu emek ve gayretlerimizi yurdun en uç noktalarına varıncaya kadar yaymak yerine, birkaç üniversite profesörü ve birkaç gazeteciyle ilgilenseydik, sizce gerçekten daha mı iyi olurdu?
     - Bence biri diğerinin dışlanmasını gerektirmez. Bazı tutumlar size aydınların sempatisini kazandırırdı, bu gönül alış da ülke çapındaki çabalarınızı barış içinde yürütmenize imkân sağlardı. Söz ve yazılarıyla kamuoyunda size kazandıracakları destek de  cabası.
    - Her neyse, dedi Başbakan, Celâl Bayar'a dönerek, biz asıl konumuza dönelim. Mademki ülkemizin siyaseti ve muhtemelen de tarihi için önemli bir karar alma aşamasındayız, Sayın Cumhurbaşkanımız müsaade ederlerse, Dışişleri Bakanı'nı da buraya çağıralım. 
       Çok geçmeden Fatin Rüştü Zorlu da aramıza katıldı.
       Başbakan benden tavsiye istemişti. Fikrimi söylemenin ve somut bir teklifte bulunmanın zamanı gelmişti:
        - Bu kritik saatlerde vakit dardır. Hemen harekete geçmek, tedbirleri almakta acele etmek gerekir. Bir kere daha söyleyeyim, bana göre, şayet bir felâkete meydan verilmemek isteniyorsa, doğruca zora başvurmaktan kaçınılmalıdır. Bir iktidarın ayakta kalmak ve güçlükleri altetmek için sahip olduğu bütün çareler arasında, baskı yöntemi son  çare olarak düşünülmelidir. İş o noktaya varmazdan önce, işte benim teklif ettiğim çözüm:
       En başta, Menderes kabinesi derhal istifa etmeli. Ardından, mümkün olduğu ölçüde muhalefete de birkaç bakanlık vererek, Meclis'in ılımlı milletvekilleriyle yeni bir bakanlar kurulu oluşturulmalı. Böylece de bir çeşit koalisyon veya daha doğrusu bir millî birlik kabinesi kurulmalı. Bu yeni hükûmet, öncekinin siyasetinden sorumlu olmayacağı için, kararlarını tam bir serbestlik içinde alacak ve Anayasa'ya aykırı olduğu iddia edilen kanunların, bilhassa da yetki kanununun değiştirilmesini Parlâmento'ya teklif edebilecektir. Bu durumda muhalefet artık suçlayacak bir şey bulamayacak ve siyasî tansiyon düşecektir.
     Cumhurbaşkanı Bayar bu teklife şiddetle karşı çıktı:
     - Böyle bir hareket zaaf işareti olur ve rakiplerimizi daha da cesaretlendirmekten başka bir netice  de doğurmaz. Bu sıkıntılı günlerde kabine değişikliğinden daha anlamsız bir şey olamaz. Tam aksine direnmeli, kararlı olmalı ve oldukça sert tedbirlere başvurmalı.
     - Söz konusu olan bensem, dedi Menderes, hiçbir tereddüt etmeden derhal istifa eder ve yerimi milletvekili arkadaşlarımdan birine bırakırım. Fakat, dedi konuşmasına kısa bir ara verdikten sonra, Sayın Hocam, bir kabine değişikliğinin bütün bu çalkantıya son vereceğinden emin misiniz? Durmak şöyle dursun, gittikçe daha da beter bir hâl almasından korkarım.
     Başbakan, çok açık bir şekilde, benim tekliflerimi Cumhurbaşkanı'ndan daha anlayışla  ve daha soğukkanlılıkla karşılamıştı. Cevap verdim:
     - Böylesi durumlarda bir kabine değişikliği, demokratik ülkelerde müracaat edilen ilk tedbirlerden biridir. Bu, bilgelikle gerçekleştirilen bir çözümdür. Bunu bir yana bırakıp, her ne pahasına olursa olsun hemen zora başvurmak, tekrar ediyorum, bana gereksiz ve oldukça riskli görünüyor.
     - Bize tarihimizde basit birkaç sokak gösterisinin baskısıyla  yerini başkasına bırakmış bir hükûmet örneği verebilir misiniz?
     - Ben demokratik bir gelenekten söz ettiğim için, önce müsaade buyurun da ben size sorayım: Siz bana on yıldan beri ülkemizde girişilmiş demokratik uygulamaya benzer bir uygulama örneğini tarihimizde gösterebilir misiniz?...Bizim memleket idaresinde böyle bir gelenek hiç olmadı, o yüzden Sayın Başbakan bunun ilk örneğini vermek şerefi bundan böyle size düşüyor.
(Devamı yarın)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR