M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

EN BÜYÜK TEHLİKE

    Paranız yeterli olmazsa para t(ı)ransfer edebilirsiniz; ineğiniz olmaz ise, Hindistan'dan inek ithal edebilirsiniz; etiniz olmazsa, Sırbistan'dan et getirtebilirsiniz, samandan buğdaya, pirinçten en lüks arabalara kadar, Almanya'dan, Rusya'dan hattâ Çin'den... temin etmeniz mümkündür. Netîcede, "Millet, bunların hepsi sırtımızdan çıkıyor ammâ ne yapalım, kaderimiz böyleymiş!" der susarsa ve bunu, kuzu kuzu kabûl eder oturursa her şey mümkündür.

      Güllük gülistanlık tablolar çizmenin hududu da yoktur ki, alabildiğine veya olabildiğince, sözü, mevcut asrın bütün imkânlarını kullanarak televizyonlar ve gazeteler vasıtasıyla yaymak da mümkündür.

       Yavaşlatılan veya uyuşturulan beyinler,  büyük kitleler râzı oluyor görüntüsüyle, nihâyetleniyor/nihâyetlendiriliyor ve  bu da, iknânın veya rızânın bir başka hâli olarak takdim ediliyor.

      İkrâr, mahçubiyet, kanma, aldanma, ihânet, helâlleşme gibi kelimeler, işin ara noktaları...

       Buna rağmen, her ne hikmetse, herkes de şikâyetçi..Bilemiyorum!..Câmi önleri, sokak başları, dükkân kapıları, apartman içleri, pazar yerleri , bana, şikâyeti söylüyor..Sızım sızım ağlayışlar, yalvarışlar, süzgün bakışlar..Burnu sümüklü  dilendirilen çocuklar...Karnı burnunda , kolunda bir(kaç) çocukla el açan  gencecik kadınlar..

        Demek ki, görünmüyorlar...görülmüyorlar!..Hayâlet kelimesi bunlar için olsa gerek!..

        Bir tek cümle,  her şeyi silip süpürüyor/hepsini alıp götürüyor...Ne mi?

        Muhâcirlerimize ensâr olarak kucağımızı açtık!..

        Doğru, bir kısmının maaşları Devlet'ten...Bir kısmı, arazilerimizi kapmaca götürüyor..

       Başka bir gezegende olmadığım ve bu dünyâda da, yetmişbeş sene gibi epeyce bir zaman geçirmemi Allahü teâlâ nasib ettiği için, ve bu zaman içersinde de, kitaplardan asla uzak bulunmadığım için, bir şeyler bildiğimi ve gezip gördüğüm mekânlarda da, bir şeyler müşâhede ettiğimi, bâzı tecrübelere de sahip olduğumu düşünüyorum.

       Beni mâzur görünüz, her gün, onca insanın (bilhassa kadının) vahşice öldürüldüğünü,  onlarca tecâvüzün yapıldığını, hırsızlığın ve gaspın hat safhaya ulaştığını, uyuşturucu müptelâlığının ortaokullara kadar indiğini, her gün birkaç şehit cenâzesinin bir veya birkaç şehrimize ateş düşürdüğünü, silâhın yaygınlaştığını ve kullanımının tehlikeli hâller aldığını, t(ı)rafik canavarının önlenemez seviyelere ulaştığını, suçlu/mahkûm sayısının arttığını ve böylece yeni hapishânelerin yapıldığını, zîna suç olmaktan çıkarıldıktan sonra artan ahlâkî zaafın devam ettiğini, sokak temizliğinin alınan temizlik vergilerine rağmen başarılamadığını,  gençliğin p(i)sikolojik bozukluklara terkedildiğini ve ümitsizlik içersinde çırpınıp durduğunu, düğünlerde, asker uğurlamalarında, futbol maçları bitiminde ve bayram namazları sonrasında yakılan/sıkılan mermilerin hesabının  yapılmadığını hattâ silâhlanmanın âdeta teşvik gördüğünü; buna mukabil, kitap okumanın, kütüphânelerdeki insan sayısının her geçen gün azaldığını, geçim sıkıntısının herkeste bilhassa emeklilerde ileri safhalara vardığını, işsizliğin bilhassa genç işsizliğin yüzde yirmileri geçtiğini, televizyonlarda seyrediyor ve gazetelerde  okuyoruz.

     Herhâlde, bu televizyonları sâdece ben ve benim gibiler seyretmiyor ve bu gazeteleri de sâdece ben ve benim gibiler okumuyor!  Ve herhâlde, salâhiyetli ve mes'ullerden de seyredenler/görenler/duyanlar ve okuyanlar bulunmaktadır.

      Îdâm! Îdâm! diye haykırmanın veya Türkiye seninle gurur duyuyor! diye kükremenin veya türlü türlü mâzeretler üretmenin Türk devlet geleneğinde yeri olmadığı gibi, hiçbir devletinkinde de bulunması mümkün değildir ve bu hâlin, bu saydıklarımızın hiçbirine de çâre  olamayacağı  âşikâr iken, görmezden gelindiği de müşâhedelerimiz arasındadır.

       Bütün bunlara rağmen, en büyük tehlikeden henüz bahsetmiş değilim!..Çünkü bunların hepsi, telâfi edilebilir, bir kanunla veya  birkaç nasihatle düzelebilir hususlardır. Fakat...

     Devlet salâhiyetlilerinin de, bizzat  îtirâf-ikrâr-kabûl ettikleri: "Sâdece iki alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmaktan dolayı fevkalâde üzgünüm. Bunlardan biri eğitimdir, diğeri kültür-sanatttır. " (Basın: Erdoğan, 28 Aralık 20016) ve  "İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim ve öğretimdir. Kültürdür." (Basın: Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Ekim 2017)

     İşte, sözünü etmek istediğim en büyük iki tehlike, bu sözü edilenlerdeki başarısızlıktır!..

     Esas îtibâriyle, bu "iki alan", "kültür ve maarif"tir.

     Kültür'ün temelini, her millet için, "dil" ve "dîn" teşekkül ettirir.  Bu;  Türk milleti için Türkçe ve  Müslümanlık; bir batılı için F(ı)ransızca, Almanca, İngilizce ve Hıristiyanlık'tır. Dil ve din bahsinde başarı gösteremeyen ülkelerde, matematiğin, fiziğin, sosyolojinin, astronominin veya edebiyatın  ilerlemiş olduğu söylenemez,  zâten buna kimse de inanmaz. Bu durumu, senelerden beri iyi niyetle ifade etmemize rağmen, sözün ikrârı/tasdiki/kabûlü/îtirâfı, sahibinden gelmiştir.

     Her seviyedeki okul kitaplarına baktığımız zaman görürüz ki, Türkçe, Türk milletinin, çarşıda-pazarda, evde- dağda-sokakta konuştuğu Türkçe'den çok başkadır. Dildeki/Türkçemizdeki tahrifat, uçurum derecesindedir ve bunda hızla yol almaktadır. Ne uydurma kelimelere ve ne de yabancı kelimelere dur diyebilen vardır.

     "Kelime" yerine "sözcük" diyeceksiniz ammâ, "kelime-i şahâdet" getireceksiniz, öyle mi?

       "Kişi, zât, fert, şahıs" yerine, "birey, bireysel" diyeceksiniz ammâ, cenâzenizin başında  "Hâtûn kişi veya er kişi" niyetine" diyeceksiniz, öyle mi?

       Orhun Âbideleri'nde yazılmış ve dünyâ şiir zirvesi Yûnus Emre'nin şiirlerinde onlarca geçen "kişi" demeyeceksiniz ammâ, Türk Dünyâsı  Türkçesi'nden ve birliğinden söz edeceksiniz, size gülerler!..

       (Bu hususta daha geniş bilgiye ulaşmak isteyenler, Erciyes Dergisi'nin Ekim 2012 sayısının 06-17 sayfalarında yayınlan  Türk Dili'nin ve Türk Kültürü'nün Kimyâsı'na Dâir başlıklı yazımıza müracaat edebilirler).

      Eurovision şarkı yarışmalarına Türkçe'yle değil de, İngilizce'yle katılmanın, sosyo-p(i)sikolojik ve sosyo-kültürel tarafı hiç  mi hiç düşünülmemiştir.  Üç yüz milyonluk bir nüfusla, dünyânın en geniş coğrafyasında, binlerce senelik bir dile sahip olacaksınız ve milletlerarası bir yarışmaya, başka bir milletin lisânıyla katılacaksınız, olur şey midir?

      Dil bozulunca, dînî tâbirlerden mûsıkîye kadar bütün inanç ve temel  kültür değerlerinde kayma, sapma ve bozulma  baş göstermesinden daha tabiî ne olabilir!..

       Bitlis ilimize bağlı, eski adı Çukur olan Güroymak'a "Norşin" denilmesinden sonra başlayan Türkçe'den başka dil tabelalarının yaygınlığı, "farlılıklarımız zenginliğimizdir" adı altında, ayrıştırmaya sebebiyet vermiş;  tarihe mâl olmuş/mâzîde kalmış ve Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında anılmayan bir isimle "Kapadokya" kelimesi öne çıkarılarak, buna "bölge" kelimesi ilâve edilmiş, Devlet eliyle "Kapadokya Hava Limanı", "Kapadokya Hospital"  yapılmış ve bu coğrafyada, bu isim resmî ve hususî mekânlara konur olmuştur.

       Bütün heykellere tepki gösterilirken, Samsun Batıpark mıntıkasına, 12.5 metre yüksekliğinde,  4 metre genişliğinde ve 6 ton ağırlığında bir Amazon heykeli dikilmiştir. Kökü, Amisos'tan gelmemekle beraber, Samsun'a, tarihî bir ad yakıştırılmış ve böylece, Samsun'da, herbirinden otuzun üzerinde olmak üzere, Amazon ve Amisos isimli resmî veya hususî kuruluşun  meydana gelişi sağlanmış ve bu, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet şehrinde büyük bir kültürel tahribatın meydana gelmesine sebebiyet verilmiştir. Bilinmelidir ki, hem "Amazon" ve hem de "Amisos" kelimeleri Yunanca'dır. 

     Tamirat adı altında, târihî eserlerimizdeki tahribat da ileri safhadadır:  Kayseri'de Gevher Nesibe Tıp Merkezi böyledir. Kayseri Erkilet'te Hacı Kılıç Câmisi; Develi'de Ulu Câmi böyledir.

       İstanbul'da Mîmâr Sinan Câmisi; Samsun'da Büyük Câmi/Vâlide Câmi böyledir.

       Elâzığ'da, Harput Kalesi böyledir. Erzurum'da Çifte Minâreli Medrese böyledir.

      Bunların hepsi, kültüre dâir, sâdece birkaç misâldir...Evet, sâdece birkaç misâl!..

       Düşününüz ki,  böyle bir karmaşa içersinde, onbeş senede, altı değişik tatbikatlı millî eğitim bakanının yürüttüğü bir sistemle çocuklarınızı ve gençlerinizi eğitiyor ve öğretiyorsunuz, başarı elde etmeniz mümkün müdür? Zâten; başarısız olunduğunu da, sâdece ben söylemiyorum..

        Gerçi  onca seneler geçti düzeltemedik ammâ, olur ki, dili/lisânı/Türkçe'yi -belki- düzeltebilirsiniz; eurovision yarışmalarındaki hataları şöyle veya böyle telâfi edebilirisiniz; bunca masrafa rağmen, bir onca masraf ile, târihî eserlerdeki tahribat ve tahrifatı önlemeye çalışabilirsiniz; ya, çocuklarımız ve gençlerimiz üzerindeki  mânevî ve maddî  olarak tesis edilen menfî  tesirleri  nasıl, ne ile, ve ne zaman telâfi edebilirsiniz?

      İnsanın tahribatının mâzereti, özrü," yanlış yaptık kusura bakmayın"ı olabilir mi?

       Çocuklarımız ve gençlerimiz üzerindeki  davranış bozukluğundan zihnî tahribata kadar ortaya çıkan  sarsıntıların hesabını kim, nasıl verebilir?

       Sâdece, bir "kusura bakmayın" ifadesi yeterli midir?

       Kültür; îzaha muhtaç bir kelimedir. Bir Avrupalı, bir Rus, bir Amerikalı, bir Çinli bunun içini başka şeylerle, Müslüman olmalarına rağmen bir Türk, bir Arap, bir Endonez, bir Habeş başka unsurlarla doldurur.

       Türk'ün, zihnî ve kalbî değerlerini, Orta Asya bozkırlarında esen rüzgâr, Altay Dağları'nın kuru soğuğu doldurur. Asırlardan beri de, uğruna fedâ etmekten çekinmediği canına zırh bildiği İslâm, onun yegâne ışığı olur.

        Kur'ân-ı Kerîm ve Şanlı Peygamberimizin mübârek sözleri, onun ilhâm kaynağıdır.

        İnsan; kendi içinde, "çatışmalı" olarak yaratılan bir varlıktır. Akıl ve irâde sâhibi olması, düşünmesi, onun, tesir altına alınmasındaki  dirençten dolayı, zor yetişmesine sebep de olabilir. Fakat, iyi ellerde, insan,  bilgi edinmeye, ahlâklı olmaya ve terbiye edilmeye de en  uygun varlıktır.

       Peki; elimizde olmayan ne vardır ki, " kültür"de ve "eğitim"de başarılı olamadık?  Hiç, değil mi? Sistemsizlik, bilgisizlik, istişâresizlik, ben bilirimcilik v.s.

       Peki...

       Çocuğunu ve gencini ahlâklı ve bilgili olarak yetiştiremediğine inanan Devlet, gönül rahatlığı ile, hangi vazifeyi yaptığını söyleyebilir?

       Aslında, bu hususta, tehlikenin ikinci büyük faslını da yaşamaktayız.  Ne mi? En küçük bir imkân, bir ümit ışığı bulan genç beyinler, kendilerini yurt dışına atmak istiyorlar ve atıyorlar.

      Gençlerimizin ilmî bilgiye, san'at zevkine ihtiyaçları vardır. Bugün, her kademedeki eğitim kurumunda, maalesef, tavır olarak, millî kültür değerlerine yatkınlık,  arzu edilen durumda değildir. Hem liselerimiz ve hem de üniversitelerimiz hakkındaki bilgi yetersizliği ise, zâten, milletlerarası araştırmalarla ortadadır. 

        Ne yazık ki....hâlâ...

        Ne kadar boş işlerle uğraştığımızın farkında bile değiliz!!! Gençlerimiz ne yapsınlar!..

    

      

 

    

    

      

    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR