BENİM OĞLUM BİNA OKUR...

BENİM OĞLUM BİNA OKUR DÖNER DÖNER YİNE OKUR

Osmanlı döneminde ilim adamlarının yetişmesine katkı  sağlamak amacı ile medreselere giden  öğrenciler askere alınmıyordu. Zaten askere alınmaya kalksalardı ilim öğrenme yaşları geçmiş olacaktı, zira askerlik süresi çok uzun olduğundan askere gitmeden  medreselere gitseler, askerlik süresi içerisinde  öğrendikleri br çok şeyi unutacakları için askerlik sonrası kaldıkları yerden başlama şansları olmadığı için yeniden sıfırdan başlamaları gerekiyordu. İşte bu nedenle Osmanlı Padişahları  ilim tahsil edenleri askerlikten muaf tutuyordu.

            Osmanlı döneminde medreselerde okutulan ilimlerin başında Arapça, tefsir, hadis, kelam, akaid, mantık, geometri ilimlerinin yanında edebiyat, hat sanatı ve diğer sanatlarda vardı, ancak hangi ilmi sahada ilerlemek isterseniz isteyin önce Arapçayı öğrenmek zorundaydınız, bir anlamda arapça baraj ders hükmündeydi. Arapça dilbilgisi kitaplarının baş tacı olan emsile, bina, maksut, izzi, avamil kitapları olup, bu kitapları okumak ilmin elif bası idi. Emsile kitabını okumadan, bina kitabına, bina kitabını okumadan da izzi ve daha yukarıki kitaplara geçme şansınız yoktu.

            Oğlunu askere göndermek istemeyen bir baba ilim öğrenmesi için medreseye kaydını yapar, aradan üç, dört yıl geçmesine rağmen oğlu ancak emsile  kitabından bina kitabına geçebilmiş, boynunda ise emsile kitabı olduğu halde yıllarca medreseye gidip gelmeye devam ediyormuş. Durumu  gören komşular babasına oğlunun tahsil durumunun ne olduğunu sorduklarında babası “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” diyerek işi geçiştirmek zorunda kalırmış. Bu hikayeyi anlatma  nedenim  bayramda bir kaç gün burada olmadığımdan köşesine beni misafir eden arkadaşın yazdıklarının bina kitabı okuyan medrese talebesiyle aynı olmasıdır.

            Dün tatilden dönünce bulunmadığım dönemde kimler ne yazmış diye gazetelere göz atınca birde ne göreyim bizimki 2007 yılından itibaren şahsımla ilgili yazdığı yazıları ele alarak onları yeniden kaleme almış. İyi güzel de aradan dört yıl geçmiş olmasına rağmen aynı nakaratları tekrar etmenin ne anlamı var derseniz, adamcağız yazacak bir şey bulamayınca almış ele A Takımı operasyonunu ve beni şehre yeni gelen bürokrat arkadaşlara tanıtmaya kalkmış. Sadece tanıtmakla da kalmayıp çok cahil bir adam olduğumu, hiç bir şeyden haberim olmadığını, hakkımda açılmış bir sürü dava olduğundan ömrümün bundan sonraki bir kısmının hapiste geçeceğini, Yusuf Ziya Yılmaz'ın çok mübarek bir adam olmasına rağmen onunla anlaşamadığımı, filan falan bir sürü saçma sapan şey yazmış.

            Beni cehaletle suçlayan bu arkadaşımıza bir kaç soru sormak istiyorum Soru 1- A Takımı dosyasında son durum nedir biliyor mu? Şayet bilmiyorsa neden yazıyor? Soru 2- A Takımı davasında 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nden talep edip, yetkili makamlara hazırlattığı bilirkişi raporunu okudu mu, okumadıysa neye göre yazdı? Soru 3-  Benimle mahkemelik dediği adamların kaç davası düşmüş, kaç davası devam ediyor, kaç tanesi davalarını geri çekti, kaç tanesi geri çekmek istediklerini söylemelerine rağmen benim kabul etmediğimden haberi var mı? Soru 4- Beni yolda görmek isteyenlerin çokluğundan bahsetmiş dilerse dilediği yerde kendisi ile karşılaşmaya hazır olduğumu bilmiyor mu? Yok bunu bildiği halde bir ay önce Konak Sineması'nın önünde beni gördüğünde önümde saygıyla selam verdiğini unuttu mu? Soru 6- Bundan dört buçuk yıl önce gazeteyi ilk kurduğumda yazdığı yazıları hatırlıyor mu? Yok hatırlamıyor ise kopyaları bizde mevcut yayınlamaya hazırız. Soru 7- Daha önce aleyhinde yazmadığını koymadığı Y. Ziya Yılmaz'ın şimdi neden lehinde yazıyor açıklar mı? Soru 8- Biz bu işe başladığımızda sahibi bulunduğu gazetede yazdığı köşe yazısında bu işi yapamaz, bırakır gider diye yazı yazdı mı? Şayet yazdı ise sahibi bulunduğu gazeteyi neden sattı, şimdi kimin emrinde çalışıyor? Soru 9- Bu arkadaşımız ilke nedir bilir mi? Yoksa ilkeyi bir bayan!... ismi olarak mı hatırlıyor? Soru 10- Bu arkadaşımızda azıcık ilke var ise (Olması mümkün değil de) daha düne kadar sahibi olduğu gazeteyi satmayacağını, sosyal demokratların son kalesi olarak kalmaya devam edeceğini söylemesine rağmen gazetesini neden satmış?  

            Bunlar sorularımın ilk bölümü olup, bunlar ticari ve siyasi hayatı ile ilgili sorulardır. Bir de medeni hali, aile yapısı, kimlerle oturup kalktığı, kimlerle neden beraber olduğu konularında suallerim olacak onları da önümüzdeki yazılarda soracağım. Bu arada unuttuğum bir hususu dile getirmeden geçemeyeceğim. Bu arkadaşımız köşe yazısında benimle ilgili yazdığı yazılardan ötürü arkadaşlarından uyarı aldığını ve benimle ilgili yazı yazdığı için benim köşe yazılarımın okunduğunu ifade etmiş. Bu konuda çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Kendi gazetesinde yazdığı köşe yazılarının altında ilaveli olarak yazının kaç kişi tarafından okunduğu rakamları ile belli. Benimle ilgisi olmayan yazıları 170 ile 190 kişi civarında okumuş, benimle ilgili yazıları ise 550 kişi okumuş. Kendi gazetesinin verdiği abartılmış rakamlara dahi inanmayan bir adama ne denir diye sorarsanız, Osmanlı döneminin bina okuyan alimleri gibi büyük alim denir kanaatini taşımaktayım. Kalın sağlıcakla

 

Not: Bir bilenin kaleminden amel defterlerinin deşifresi köşesi 5. sayfadadır. Okumanızı tavsiye ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Adnan Bahadır Arşivi
SON YAZILAR