M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

AŞİL'İN TOPUĞU FETÖ'NÜN "O GECESİ"...

Bir kitap:

AŞİL'İN TOPUĞU FETÖ'NÜN "O GECESİ"...

       Önce; kitabın, sâdece ilgilileri tarafından değil, akl-ı selim sâhibi herkes tarafından okunması ve çok yönlü ibret alması gerektiğini beyan  ederek başlamak  istiyorum. Milletlerin, târih boyunca atlattığı bâdireler, şâyet gelecek nesilleri için ibretlik bir mânâ, tutulur bir nasihat  veya bir ders ifade etmiyorlarsa, o nesiller kendilerine yazık ediyorlar demektir.

      Târih; bir milletinin hâfızasıdır. Bu hâfızayı az-çok eşelemeyenler, er veya geç meş'um hâdiselerle karşılaşacaklar ve büyük fâcialara muhatap olacaklardır demektir.

        Türk milleti olarak en büyük sıkıntımız, ihânet, dalâlet ve gaflet bahsinde sınıfta kalışımızdır.

        Ne bize ihânet edeni, ne de dalâlet ve gaflet içinde bulunanı anlayabilmiş ve onlara karşı tedbirimizi 'zamanında' alabilmişiz!..İş, işten geçtikten sonra, vâveylâyı basmışız!..

       Attila/Atillâ'dan beri, bu, maalesef  hep böyle olmuştur. Bugünkü Avrupa bizim himâyemizde olacakken, başımızın belâsı olmuşsa, o günkü  "gaflet"in netîcesidir.  

        Meselâ; Çinlilerin tatlı sözlerine, ipekli kumaşlarına aldanmanın bedelini  de ödedik. Bâbür İmparatorluğu'nun hazîn tükenişinden de ibret almadık!..

        Ve ne yazık ki, milletimiz, zaman zaman, Oğuz Kağan'ın, beylerine ve halkına:

       "Ben  sizlere oldum Kağan/ Alalım yay,dahi kalkan

        Tâlih bize olsun nişan,/Bozkurd (sesi) olsun uran

         Demir mızraklar (bir) orman,/Avlakta yürüsün kulan

         Daha deniz, daha muran/ Gün tuğ olsun, gök kurikan "

        (buyan=tâlih; uran= savaş nârası; kulan= yaban atı-eşeği; taluy= deniz;  muran: müren= ırmak; kurıkan= çadır)

       Sözlerini unutmuş ve  ihtişamlı çağlar yaşamasına rağmen, sözünü ettiğimiz  umursamazlık, gaflet ve dalâlet  sebebiyle iç çekişme ve çatışmalarla emeğini ve zamanı hebâ ederek yabancıların tuzağına düşmüştür/düşürülmüştür.

       Tabiî ki, bu kadar da değil...Bilge Kağan'ın: "Türk, Oğuz Beğleri, millet! İşitin! Üstte gök basma(dıy)sa, altta yer delinme(diy)se, Türk millet(i)! (Senin) ilini, töreni kimler bozdu?"

       Îkazı da yetmedi.  Kim veya "kimler bozdu?" nun cevabını, önce kendi yaptıklarımızla cevaplamak zorundayız. Ondan sonra, başkalarından hesap sormalıyız!..Evet: "Kimler bozdu?"

      Peki öyleyse;  Mustafa Kemal'in: "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa  etmektir."

      Diye başlayan nasihati ve ülküsü, bu hedeflere yürümekteki azim ve kararlılıkla, bizi,  niçin "muasır medeniyetler seviyesinin üzerine" çıkarmadı? Niçin hedefsiz kaldık? Az düşündük veya hiç düşünmedik, beynimizi, zaman zaman başkalarına ihâle veya emânet ettik?

       Ve ne yazık ki, bunları, her devirde çırpınırcasına, parçalanırcasına söyleyenler oluyor da, yine de geliyorum diyen deprem'den kaçmamız mümkün olmuyor. Misâller pek çok!..O hâlde, esasa geçeyim!..

        Yazımın başlığı Em. Kurmay Albay Mustafa Önsel'in kitabının adıdır.  Bu kitap; O'nun,  cezaevinde yazdığı Beşiktaş'ta Sırtlan Pususu, Silivri'de Firavun Töreni, Casusluk Kumpası ile, hapishâneden çıktıktan sonra yazdığı ilk kitabı olan Ağacın Kurdu'ndan sonraki ikinci eseridir. Yâni; beşinci!..

      Eser, Alibi Yayıncılık tarafından basılmıştır ve 240 sayfadır.

      Türkiye'yi, kendilerinin istediği bir oyuncak sahasına, oyun sahnesine çevirip, emellerini,  vahşî tasarruflarını bu azîz millete yüklemek isteyenlere hattâ yükleyenlere yol  gösterip ufuk açanlar,  esefle söyleyeyim ki, kendilerinde de hiçbir hukukî  ve vicdânî  mes'uliyet görmeden sâdece lâf ile, ortalığı güllük-gülistanlık gösterme gayretiyle yol almaktadırlar.

       Şunu peşinen söylemeliyim ki;  Mustafa Önsel'in beş kitabı da son dönem târihimiz açısından çok önemli noktaları işâret etmektedir. Herbiri,  bir senaryonun/filmin parçaları  olarak peşpeşe sıralıdırlar. Hakîkati anlatan bu senaryolar, başta siyâsetçiler, sosyologlar ve hukukçular ve gelinen safhada  askerî  salâhiyetliler tarafından iyi tahlil edilmelidir.  Bunun yanında, üniversitelerin ilgili bölümlerine de kaynak kitaplar olarak tavsiye edilmelidirler.

      Şunu da ifade edeyim ki, târih kelimesini  kuru bir lâf/sözün gelişi olarak söylemiyorum. Yukarıda aklıma gelen birkaç örnek bile, bu târihin mânâsını anlatamıyorsa, bizi, Alp-Erenlerin dedesi Oğuz Kağan'ın: "Daha deniz, daha muran,/ Gün tuğ  olsun, gök kurikan" ülküsüne bağlayamıyorsa, diyeceğim bir şey yoktur.

        Târih'in aktörleri vardır. Siyâsetçileri, komutanları, ilim adamları, dîn adamları, düşünürleri  ve sayısız ara-elemanları vardır. Siyâset zaaf kabul etmez ve zaafiyete düştüğü anda da, yerini iyi niyetli de olsa başka unsurlar doldurur.  Kaldı ki, her iktidarın, alenî veya gizli çok muhatabı bulunur. Alenîler, kötü niyetli olsalar da bellidirler. Halbuki, gizli olanlar, sinsi, kurnaz ve acımasızdırlar. Cânidirler, kaatil ruhludurlar!..

       Mustafa Önsel;  gizli gibi görünen fakat faaliyetleri uzun süre himâye gören bir terör teşkilâtının varlığını, Ağacın Kurdu adlı kitabında açık açık ve fakat, ondan önce kaleme aldığı Casusluk  Kumpası adlı kitabında ise işâretlerini vermişti.

        Kaldı ki, bunların, eskilere nazaran, bugün, çağımızda akıl almaz ateşli ve ateşsiz silâhları da vardır. Teknolojinin, insanlığın hayrına kullanmak için ürettiği nice âletler de vardır ki, şeytânîk üzerine  kullanıldığında, ölüm makinesi hâlini alırlar. Bu câni ve kaatil ruhlular, bunları kullanmaktan da asla imtinâ etmezler/etmediler.

       Mustafa Önsel;  bu mânâda, hukukî, siyâsî, sosyolojik, kültürel, dînî, askerî...bütün g(u)ruplara kaynak olabilecek eserler ortaya koymuştur ki, ( Aşil'in Topuğu Fetö'nün "O Gecesi") adlı kitabı da  bunlardan biridir.

       Bilmiyorum; evvelkilerden ibret alanlar oldu mu ki, bundan da alan olsun!..Bu, bana meçhûl!..

       Her şey, insanın ihâneti, delâleti, vurdumduymazlığı, bananeciliği ve gafletiyle olur...Ve yine, her şey, insanın, feraseti, bilgeliği, ârifliği, cesâreti ve uyanıklılığıyla meydana çıkarılır...Tercih insanındır...Onda hangi vasıf varsa, o yöne doğru sürüklenir...Tabiî ki, sürüklenenlerin bir(er) de sürükleyecisi vardır. Bu işler, durup dururken olmazlar.

      Yaşanan zamanın fotoğrafı çekilmezse, yaşanan zamanın hâdiseleri mercek altına alınmazsa, yaşanan zamanın şiiri, hikâyesi, romanı yazılmazsa, zaman içinde, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve  millî ve milletlerarası hiçbir s(ı)ratejik mes'elenin hukukî  ve siyâsî vaziyetini tahlile muktedir  olamayız. Târih, muhakeme edilmek ve ders almak için vardır.

       Önsel'in kitaplarının hepsinin sırayla okunmasını tavsiye etmeme rağmen, (Aşil'in Topuğu Fetö'nün "O Gece"si')nden önce,  mutlaka,  Ağacın Kurdu'nun okunması gerektiğini düşünüyorum.  Çünkü...

      Öyleyse; Mustafa Önsel'in son kitabı Ağacın Kurdu hakkında yazdığım yazımdan bir bölüm arzederek, mes'elenin anlaşılmasını sağlamaya ve "Çünkü..." nün cevabını  vermeye yardımcı olayım:

       "Kitabı (Ağacın Kurdu'nu); şâyet, bu darbeden (15 Temmuz) önce okumuş olsaydım, Mustafa Önsel'in dîğer kitaplarını okumama ve onlar hakkında da geniş tahliller yapmama rağmen, içimden şöyle geçirebilirdim: "Mustafa kardeşim; tamam, tamam da, bu Harbiye/Kara Harp Okulu  da bu hâle nasıl gelir? Biraz mübalağa yapmıyor musun acaba?"

     Evet!..Belki de daha fazlasını düşünebilirdim. Fakat; benim böyle düşünmem, sanılmasın ki, evveliyatında, 15 Temmuz ihânet kalkışmacı darbecileriyle taa "diyalog safsatası"ndan beri, senelerdir berâber yürüyenler, onlarla mesaî yapanlar ve onlara geçit verenler için geçerlidir. Kat'iyyen!..

       Bu durum; sâdece benim gibi millî dâvâlara gönül vermişler ile, Kara Harp Okulu'nda, oranın 'ruhu" ile okumuşlar için geçerlidir.

      Mustafa Önsel, "Sunuş"unda mes'elenin esasını şu şekilde ortaya koyuyor:

       " (...) Söz konusu yapı; öncesinde hükümetten aldığı siyasî destekle, devlet mekanizması içersindeki etkinliğini alabildiğine arttırmış ve kolaylıkla tasfiye edilemeyecek, sökülüp atılamayacak bir güç haline gelmiştir...

         Öyle bir güce ulaşmıştı ki iktidara geldiklerinden beri onlardan siyasî desteklerini hiç esirgemeyen daha sonra da bu desteği, "Ne istediler de vermedik?" diyerek açıklayan hükümete, özellikle de o günkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a bile saldırmakta beis görmemişlerdir.

     Bugün ise söz konusu yapı; Millî Güvenlik Kurulunda alınan kararla Millî Güvenlik Strateji Belgesi'ne tehdit olarak girmiştir. Kabul etmek gerekir ki bu, gecikmiş ama önemli ve doğru bir gelişmedir.

     Bazıları bu söylediklerime hükümet ve Erdoğan noktasında, şu şekilde itiraz edebilir: "Ama efendim, ortada bir yolsuzluk var, onu ortaya çıkarmasalar mıydı?"

     Özünde doğru olan bir sorudur bu. Ancak hormonlu, GDO'lu, korkunç bir yaratığa dönüşmüş bu yapının, yıllara sari olarak devam eden yolsuzluklardan bugüne kadar hiç haberi yok muydu?

     (...) Ne zaman ki istekleri  yapılmamaya başlandı, işte o zaman ellerindeki dosyaları açmaya , ötesinde hükümeti devirmeye yönelik yasal görünümlü operasyonlara başladılar.

      (...) Bu amaçla 17-25 Aralık 2013'te düğmeye bastılar.

       (...) Gelelim kitabımızın konusu olan TSK'deki duruma. Bunca kuruma sızan, sonra da devleti ele geçirmeyi düşünecek kadar kendini güçlü hisseden bir yapının TSK ile ilgili bir planının bulunmaması, orada örgütlü  olmaması mümkün mü? Önceki kitaplarımda bunun önemli ipuçlarını vermiştim.

        (...) Bu çalışmamda-pek çok yaşanmışlıktan hareketle-, açılan soruşturmalarda adı artık FETÖ, yani Fethullahçı Terör Örgütü olarak ifade edilen ihanet odağının TSK'de, başta askerî okullar olmak üzere, geldiği noktayı  içinde yaşayan biri olarak takdirlerinize sunuyorum.

     Burada anlatılanlarla ordunun nasıl bir ayrışmaya siyaset batağına çekilmeye  ve milli olmaktan çıkarılmaya çalışıldığını da ortaya koyarken aynı zamanda tehlikenin büyüklüğüne de dikkat çekmeye çalışacağım."

      Özet olarak naklettiğim bu satırları, Mustafa Önsel, 30 Aralık 2015 târihinde yazmıştır.

       Peki; Mustafa Önsel'in bildiği ve -en azından 2015'te- kayıt altına aldığı bu hâdiseleri, TSK'nın ilk büyük makamı olan Genel Kurmay Başkan(lar)ı, bilâhare Millî İstihbarat Teşkilâtı, Emniyet Genel Müdürü, Millî Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Başbakan(lar), Cumhurbaşkan(lar)ı nasıl bilemezler ve tedbirini zamanında al(a)mazlar anlamak mümkün değildir?

       (...)  Yukarıda da ifade ettim: Şâyet, Mustafa Önsel, bu kitabı, 15 Temmuz'dan sonra yazmış olsaydı, "Zâten bilinen şeylerdi!.." der geçerdim. Fakat öyle değil!..Çok mühim!..

       (...)Yıkıcı, vahşi, tahripkâr, acımasız bir "örgüt", adâleti, emniyeti, maarifi, diyâneti, Türk Silâhlı Kuvvetlerini, bâzı sivil kuruluşları ve pek çok 'kafa'yı murakabesi altına alıyor da, buna hiçbir  salâhiyetli, "lâf"ın ötesinde çâre olamıyor(du).

      "Ağacın Kurdu"; Mustafa Önsel'in sâdece bir önsezisi değildir. "Ağacın Kurdu", Türk Silâhlı Kuvvetleri nezdinde, Türk varlığını hırpalayıcı, kurutucu ve imhâ edici bir hamlenin sâdece önceden tesbit ve teşhisi de değildir; "Ağacın Kurdu", vatan, millet ve bayrak sevgisiyle dolu îmânlı bir Türk kurmayındaki zekânın cesâretle tezyîn edilmiş millî bir ifşâsıdır."

       (Bknz: M. Halistin Kukul, www.kapsamhaber.com/10 Eylül2016; Denge Gazetesi, 27 Eylül 2016, Sf.8)

 

     Tekrar  edeyim: Ağacın Kurdu, 15 Temmuz darbe girişiminden yedibuçuk ay önce yâni 2015'te yayınlandı.  Bu sebeple; ( Aşil'in Topuğu Fetö'nün "O Gece"si), orada yazılanların teyidi,  canlı şâhitlerle ispatıdır.

      Peki; "Aşil" neyin nesidir? Bu kelime, Yunan mitolojisiyle ilgilidir. Grekçe, Akhilleus;  F(ı)ransızca: Achille; okunuşu ise, Aşil'dir.

       Yazar Önsel, bunu şöyle îzah eder: "Aşil, tanrıça Thetis ile ölümlü Phatya Kralı Peleus'un evliliğinden dünyaya gelmiştir.

      Tanrıça Thetis, oğlunu ölümsüz kılmak için onu ölümsüzlük nehri Styx'de yıkar. Ancak Thetis'in elini bu nehre sokması yasaktır. Bu nedenle Thetis, oğlunu, topuğundan tutarak yıkar. Haliyle, Aşil'in topuğuna ölümsüzlük suyu değemez...

     Aşil, topuğundan vurulmadığı sürece ölümsüzdür. Büyüyen Aşil, dünyanın en büyük savaşçısı olmuş, Truvalı kahraman savaşçı Hektor'u öldürmüştür.

     Ama daha sonra Truva Prensi Paris'in attığı okla topuğundan vurulur. Aldığı yara sorucu da ölür.

     Bu Helenistik hikâyeyi neden anlattığımı biraz sonra izah edeceğim...

      Özellikle Odatv okuyucuları bilirler ki bir yıla yakın süredir FETÖ'nün TSK'daki yapılanmasının çok ciddî boyutlarda olduğunu, bu yapıya karşı ivedilikle operasyon yapılması gerektiğini ifade etmeye çalıştım.

      Hatta bunların bir darbe hazırlığı içersinde olduklarını düşündüğümü belirten yazılar kaleme aldım.

      Bunlardan birini ta 8 Şubat 2016'da "Cemaatçi Cunta Darbeye mi Hazırlanıyor?" başlığı ile yazmıştım.

       (...) Diğer kurumlarda ne kadar tasfiye edilirlerse edilsinler TSK'deki yapılarını korudukları  sürece kendilerini emniyette görüyorlardı.

       TSK'deki yapıları FETÖ için "Aşil'in Topuğu"ydu. Oranın vurulmaması gerekiyordu..." (Sf. 186)

       Tabiî ki, kitabın okunması gerekir. Hem de, iç geçirerek, hem de vahlanarak, hem de kahrederek...

       Bunca tâviz, bunca ihmâl, bunca gaflet, bunca vurdumduymazlık ve sonunda ihânetin bedeli ağır mı ağır!..Onlarca şehit!..Tahribat!..

       Bir kitap için, yazdıklarımı uzun bulanlar olacaktır. Kat'iyyen öyle değil!..Mümkün olsa da daha uzun yazsam işin vahametini bütün çıplaklığıyla ancak o zaman ifade edebilirim.  

     Netîcede, olan bu millete oluyor/olmuştur...Saf, tertemiz, mâsûm insanlar mağdur oluyorlar/olmuştur. Şanlı Türk ordusuna oluyor/olmuştur...

     Her devrin kendine mahsus ihânet içinde bulunan câni ruhlu Haşhaşiler'i ve Hasan Sabbahlar'ı olmuştur. Ancak; milletin selâmeti ve huzuru için, Nizamülmülkler'in de gaflet ve dalâlet hâlinde bulunmaması mutlaka gereklidir.

       İşin hulâsasını,- kalbî tebriklerimle- Yazar Mustafa Önsel'e bırakıyorum.  Son sözü , yine O söylesin istiyorum!..

       Eserini takdiminin sonunda şöyle diyor:

       "Kitabımızda; o gece televizyonlara yansımayan, halkımız henüz sokağa  inmeden, direnişe başlamadan tamamen kendi inisiyatifiyle askerî birliklerde darbeye direnenlerin hikâyesini bulacaksınız...

      Hem de örgütsüz, bir başkasına bakmadan, kimseye sormadan, "Bu hâince kalkışma durdurulmalıdır." diyerek yüreklice canlarını ortaya koyan askerlerden, evet gerçek Türk askerlerinden bahsedeceğim bu kitapta.

      Özellikle, FETÖ'nün gadrine uğramış ve kumpas davalarda yargılanıp yıllarca cezaevinde kalmış arkadaşlarımızdan bir kısmının o gece neler yaptıklarını, bir zamanlar "darbeci" olarak suçlanıp cezaevlerine tıkılmış olan bu insanların, o kanlı kalkışma gecesinde neler yaşadıklarını da aktarmaya çalışacağım.

    Ayrıca kanlı kalkışmayı yapan bir kısım FETÖ'cünün  ve o geceyi yaşayan başka askerlerin verdikleri ifadelere de yer vereceğim.

     Bâzıları olaya çok ışık tutucu olacak. Özellikle "etkin pişman" olanlarınki. Ve kanlı kalkışma sırasında yaşananlara da değineceğiz elbette...

      Ben, "o gece" yapılanın kalkışma ötesi bir istilâ hareketi  olarak gördüğümü...belirteyim."

     (Sf. 20-21)

      Ağzına sağlık, kalemine kuvvet Azîz Kardeşim!..Rabb'im yâr ve yardımcımız olsun!..

  

 

 

     

 

 

      

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR