ALİ KORKMAZ’LA HASBİHAL

ALİ KORKMAZ’LA HASBİHAL
Samsun Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nden, ziraat doktoru Dr. Ali Korkmaz’ı sayfamıza konuk ettik. Özellikle arıcılık konusunda uzman olan Ali Korkmaz, velut bir yazardır aynı zamanda

Ahmet Ufuk Erkan: Sayın Ali Korkmaz,DENGE okurlarına kısaca kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Ali Korkmaz: 1964 yılında Samsun’un Kökçüoğlu Mahallesi’nde dünyaya geldim. İşçi anne ve babanın dört çocuğundan birisiyim. Emrullah Efendi İlkokulu’nda ilköğrenimini, Mithat Paşa Ortaokulu’nda orta öğrenimini yaptım. 1981'de Ondokuz Mayıs Lisesi’nden mezun oldum. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü’nü 1985’te bitirdim. “Çukurova Bölgesi Koşullarında Arıotu ve Bal Arısı İlişkisi” çalışmasıyla yüksek lisans, “Çukurova Bölgesinde Bal Arılarının Arıotu ve Kolza ile İlişkilerinin Saptanması” çalışmasıyla 2003 yılında doktora eğitimini tamamladım. 1990-1993 yılları arasında Bitlis Arıcılık Araştırma Enstitüsü’nde, 1993-2003 yılları arasında Mersin Erdemli Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nde polinasyon ve ana arı yetiştiriciliği konularında araştırmacı olarak görev yaptım. 2003 yılından itibaren Samsun Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’nde çalışmaktayım. Arıcılık konusunda 25 adet kitap ve 100’ü aşkın makale yayınladım. Şu anda ülkemiz arıcılarına yönelik oldukça geniş kapsamlı arıcılık kitabımı da yayınlayarak önemli bir aşama kaydettim.

A.U.E.: Arıcılık konusunda değil ilimizde ülkemizde de önemli yayınlara imza attığınızı biliyorum. Bu konuda biraz daha ayrıntılı bilgi verebilir misiniz?

A.K.: Arıcılık sektörüne hitaben yazılan kitaplar arasında klasik eserler olduğu gibi ülkemizde ilk defa yayınlanan eserler de mevcuttur. Bu kitaplar arasında önemli bir yeri olan “Ülkemiz İçin Yaklaşan Tehlike: Küçük Kovan Böceği” kitabımın önemi büyüktür. Zira ülkemizde henüz bu zararlı bulunmamaktadır. Ancak 2014 yılında İtalya’da görünmesinden sonra ülkemiz arıcılarını uyarmak için kaleme aldım ve Tarım İl Müdürlüğü’nün katkılarıyla bastırıldı. Sınır illeri başta olmak üzere pek çok ile gönderdik. Ülkemizde böyle hızlı şekilde çalışırken çok sonraları Avrupa Birliği bu konudaki kitabı yayınlayarak Avrupalı arıcıları uyarmıştır. Samsun’dan çıkan bu kitabın ülkemizde kamuoyu oluşturmak anlamında önemli bir işlev gördüğünü ve arıcılık eğitim çalışmalarında bu böceğe karşı bilincin oluşturulduğunu da belirtmek isterim.

Yine ülkemiz için ilk ve tek olma özelliğini koruyan en önemli kitap, Bal Arısı Polinasyonu adındaki bal arıların çiçekler üzerindeki davranışı ve gıda verimliliğine katkısını vurgulayan kitaptır. Tüm üniversitelerde ders kitabı olabilecek şekilde düzenlenen bu kitabın ülkemiz sektör paydaşlarına ulaşması da sağlanmaktadır. Bu ve benzeri yayın çalışmalarım halen devam etmektedir.

A.U.E.: Yayın çalışmaları yanında çeşitli konferans, seminer türü toplantılara da katıldığınızı görüyoruz.

A.K.: Arıcılık sektörü ülkemizde en hızlı ve örgütlü bir şekilde gelişen sektördür. Bal başta olmak üzere arı ürünlerine olan yoğun ilgi sektörün her geçen gün büyümesine olanak tanımaktadır. Bu çerçevede arıcılarımız yeni teknikleri ve üretim sistemlerini öğrenmek için yoğun bir eğitim talebinde bulunmaktadır. Ben de elimden geldiğince eğitim çalışmalarında bulunmaktayım.

A.U.E.: Yine izlediğimiz kadarıyla eğitimlerinizde yüksek düzeyde katılım olan yerler söz konusu. Bu kadar kitlenin ilgi ile dinlemesinin sebebi nedir?

A.K.: Eğitim çalışmalarında hedef kitlenin yani arıcıların sıkılmadan maksimum bilgi ile eğitimden ayrılmış olması şarttır. Ancak arıcıların tamamı belli bir yaşın üstünde ve hayatın sıkıntıları arasında üretim ve eğitim yapmaktadır. Dolayısıyla eğitimlerde odaklanmayı sağlamak için farklı yöntemler denenmesi kaçınılmazdır. Bu yöntemler de aynı zamanda katılımın yüksek olmasına etki etmektedir. Ben temel prensip olarak “eğlenirken eğitmek” sistemini uygulamaktayım. Bu amaçla stand up türü denilecek şekilde eğitim vermekteyim. Espri, mizah, fıkra, masal, öykü, mecaz, kelime oyunları gibi pek çok faktör arıcılık eğitimimin temel yapısını oluşturmaktadır. Ayrıca çağdaş ve ilginç uygulamalar, görsellerle zenginleştirme gibi tamamlayıcı unsurları da kullanmaktayım. Sonuçta arıcılık eğitiminden çıkmış pek çok arıcı dünyaya farklı gözle bakma özelliği kazanmış olmaktadır.

A.U.E.: Sizin bir teknik eleman olarak arıcılık konusundaki çalışmalarınız yanında dinsel, siyasal, sosyal ve tarihsel konularda da çalışmalarınız bulunmakta. Bunlardan da bahsedebilir misiniz?

A.K.: Yetiştiğimiz kuşak gereği mesleki çalışmalar yanında sosyal konulara da ilgi duydum. O dönemde yetişen tüm gençlikte dozajı farklı olsa da böyle bir eğilim söz konusudur. Bu nedenle yapmış olduğumuz yoğun okuma, tartışma, kritik sürecinden sonra elde ettiğimiz sonuç ve düşünceleri toplumla da paylaşma gereği duydum. Bunun için de İktibas ve Yolcu Dergisi başta olmak üzere pek çok dergide ve bazı internet sitelerinde yazılar kaleme aldım. Bir müddet sonra da bu yazılarımı derleyerek yedi adet kitap haline getirdim. Kitaplarımı da Aykırılık Güzeldir, Yarın Ben Yokum, Ölüyorum, Rahatsızım, Yarını Bilemezsiniz, Aliterapi ve Veyl adlarıyla yayınladım.

A.U.E.: İsterseniz kitaplar hakkında konuşmadan önce yetiştiğiniz dönem hakkındaki düşüncelerinizi alalım.

A.K.:Aslında bizi biz yapan dönem, yoğun kitap okuma ve tartışmalarımızın yapıldığı dönemdir. On iki Eylül döneminin öncesi ve sonrası gelişen toplumsal hareketlerin olduğu dönemde lise öğrenimim geçti. Sonrasında da üniversite. Bu dönemde hâkim düşünce olan sağ ve sola yönelik birçok eser bulunmakta idi. İslami oluşumlar ise yavaş yavaş gelişiyordu. Daha çok klasik İslami anlayışın egemen olduğu bu dönemde günümüzde hurafe olarak nitelediğimiz pek çok olay dinden sayılmakta ve savunulmaktaydı. Her kesim kendisine hitap eden eserleri okumakta, diğer eserleri yok saymak durumundaydı. Doğruluk ve yanlışlığına bakılmaksızın rakip kabul edilen düşüncenin yansıtıldığı kitapları okumak hata olarak kabullenilirdi. Bu ortamda yeni gelişmekte olan İslami düşünce bir taraftan kendi dinamiklerini oluşturmak için çabalarken diğer taraftan karşı düşüncede olanlar kimlerdir, hedefleri nelerdir, amaçları nedir, ne yapmak istiyorlar, felsefi ve kavramsal altyapıları ne düzeyde diye araştırma ve öğrenme gereksinimi duymakta idi. Bu anlamda sınır tanımaz bir okuma ve araştırma süreci vardı. Bu düşünceye sahip olanlar, aşağılama ve yok sayıcı tutumu hiç dikkate almadan bulunan her türlü eseri okuyordu. Hatta Milli Gazete, Yeni Devir, Zaman gibi gazetelerin yanında Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet gibi gazeteler de okunuyordu. Gazete ve dergi seçiminde, okunmasında ideolojik veya dinsel farklılığın önemi yoktu. Tabii İslami kesimin her bireyinde aynı yapı ve düşünce egemendi diye de söyleyemeyiz. Ancak kendimizi bulduğumuz arkadaş ortamı ve bilimsel sorgulama özelliğimiz sayesinde bu noktaya gelmiştik. O dönemde var olan pek çok kişi ise okuduğumuz kitap ve gazeteler başta olmak üzere düşüncelerimizi de eleştirmekte, sorgulamakta ve dışlamaktaydılar. Bu durum bile yöntemimizi değiştirmeye etki etmemiştir. Geldiğimiz noktada bu yöntemin geçerliliği de ortadadır.

Bizim neslimizin en önemli özelliklerinden birisi şudur. Yakın geçmişte ve günümüzde pek çok İlahiyat hocasının karşı çıktığı ve yoğun eleştiri aldığı düşünceleri bizler rahatlıkla tartışıp konuşmakta ve dillendirmekteydik. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi o zamanlar da dışlama ve eleştirinin hedefinde idik. Ancak bu durum bizi rahatsız etmiyordu. Zira rantın peşinde olmadığımız gibi parçası da değildik. Tabir caizse ekonomik olarak babamızdan başkasına bağlı olmadığımız için düşüncede sınır tanımıyorduk. Kimsenin kınaması bizim için önemli değildi ve rızkımızı da onlar vermiyordu. Kısacası hayatın bazı gerçeklerini bilmememiz özgürlüğümüzün temelini oluşturuyordu. Çelişkili bir durum yani… Ama hayatın gerçeği de bu idi… Sonuçta bu yoğun okuma, araştırma ve sorgulama dönemi sonrasında edindiğimiz yapı ile hayata atıldık. Hayatın gerçekleri ile okuduklarımız arasında uyum sağlamayan yönler olduğunu gördük. Ancak temel değerler ve kabullerde değişen bir şey olmamıştı…

A.U.E.: Yazdığınız yazı ve kitaplara baktığımızda bu dönemin izleri görünüyor. Ancak kitap içeriğinden önce isimleri de ilginç. Bu konuyu açıklayabilir misiniz?

A.K: Yazılarımı kitap haline getirirken kitap isimlerini özellikle seçiyorum. Zira okuyucu kitabı okumasa bile isminden de bir mesaj ve içerikten bilgi edinsin diye. İlk kitabım olan Aykırılık Güzeldir’in bende çok özel yeri vardır. Zira ilk kitabım. İçerik olarak Samsun’a dair yazılarımın yer aldığı bir kitaptır. Ancak isim olarak da beni tanımlayan bir kitaptır. Zira okuma ve araştırmalarım sonucunda düşüncelerimi sürekli geliştirdiğim ve yeni fikirlere açık olduğum için çoğunlukla aykırı konuma düşmekteyim. Var olandan ziyade olmayanı bulmak, söylenenden ziyade söylenmemiş olana ulaşmak, dinlenmeyen ve okunmayanları özellikle de dışlananları okumak benim için vazgeçilmezdir. Zira toplumun gelişmesini her zaman marjinal düşünceye sahip olanlar sağlamıştır. Çoğunlukla da bu değişimi göremeden ölmüşlerdir. Bu nedenle aykırı ve farklı olmanın güzel olduğunu düşünüyorum. Ancak eklemeden de geçemeyeceğim. Aykırı ve farklı olmak, ayrı olmayı gerektirmez… Zira topluma aykırı düşüncelerimiz olsa da bu toplumun bir parçasıyız, birbirimizi tamamlamaktayız, bu toplumda kişilik ve kimlik bulmaktayız!

A.U.E.: Sonraki kitap isimlerinizde daha çok ölüm teması öne çıkmakta sanırım.

A.K.: Evet… Ölüm benim yaşamımın vazgeçilmezi… Ne kadar istemesek de gerçekleşmesi kaçınılmaz son. Hatta her zaman dediğim gibi… Allah’ın varlığı bile kimisine göre mutlak iken kimisine göre değil… Ölüm ise herkese göre mutlak gerçek... Yani üzerinde tüm insanlığın ittifak ettiği tek şey… Ayrıca yaşama anlam katan tek şey… Elinizdeki her şeyi kaybedeceğiniz, mutlak sıfırlayan… Bu nedenle elimizdeki her şey, kaybedebileceğimiz oldukları için değerli. Ölüm,  bu değeri katan unsur… Ben de bu noktada ölümün felsefesini yapmaya çalışıyorum diyebilirim. Tabii ki yaşama felsefem de bunun üzerine… “Yarın Ben Yokum” derken, bugünü yaşamanın değerini anlatmaya çalıştım… “Ölüyorum” derken her geçen gün ölüme yaklaştığımızın ve kaçamayacağımızın vurgusunu yaptım. Yani büyümek demek, ölmeye yaklaşmak demek… Bunu anladık ama yaşlandık da… “Yarını Bilemezsiniz” derken de bu gerçeğe vurgu yaptım. Hatta yarın diye bir şey de yoktur… Biz var kabul ediyoruz… Yine bir diğer kitabımın adı olan “Rahatsızım”… Bu da aslında ölüm temalı… Zira öleceğini bilmesine rağmen insanların hırs ve intikam gibi ilkel duygularla yaşamasından rahatsız olduğumu vurguladığım kitap. “Aliterapi” ise öleceğimizi bildiğimiz dünyada kendi dünyamızda uygulayacağımız kural ve yaklaşımları ortaya koyduğum bir eser. Elbette ki bana ve bilgi birikimime göre… Zaten ismini de bu yaklaşımdan almıştır… En son kitabım olan “Veyl” ise Kur’an merkezli bir yaklaşımın ürünü… Tapma derecesinde bu dünyaya aşırı değer verip yaşamaya çalışanlara ayetin belirttiği “Yazıklar olsun!” ifadesini hatırlatıyorum… Hatta en başta ve özellikle kendime… Yani ne kadar düşünürsek düşünelim yazarsak yazalım, bana da Veyl! Kısacası her zaman dediğim gibi, her gün bize verilen hayatı dolduruyoruz…

A.U.E.: Yazılarınızda İslami felsefeye vurgu yaptığınız görülmektedir.

A.K.: Evet… İslam bu coğrafyanın temel unsurudur. Avrupa’da ne kadar Müslüman ve ateist olsa bile Hristiyan Avrupa olarak tanımlanmaktadır. Bizim coğrafyamızda da birileri ne kadar inkâr ederse etsin İslam coğrafyası olarak nitelenmektedir. Gerçek de böyledir. Dolayısıyla İslam dini başta olmak üzere karşıt düşünceleri de bilmek kaçınılmazdır. Ne yazık ki ülkemizde önemli bir kesim İslam’ı anlama çabasından yoksun olduğu gibi, bir kesim de İslam’a düşman olarak kimlik edinmeye çalışmaktadır. Bu noktada her iki kesimin de ortak paydası İslam gerçeğini anlamak için çaba sarf etmemesidir. Oysa İslam bu coğrafyanın gerçeğidir. İslam’ın gerçek olup olmaması ise ayrı bir konudur. Ne yazık ki bunu dahi anlamaktan aciz aydınımız bulunmaktadır. İslam, biyolojik ve sosyolojik evrimsel süreçte insanlaşmamızı sağlayan vahyin ta kendisidir. Aksi halde pek çok olayı açıklamamız olanaksız olmaktadır. Bu nedenle İslam dinini anlamak önem arz etmektedir. Ben de bu bağlamda İslam’ın çağdaş yorumlarını kabul etmekte ve izlemekteyim. Ayrıca Anadolu coğrafyasının tarihimizdeki yeri ve önemi de bu anlayışımı desteklemektedir. Sayfalar dolusu yazılacak, saatlerce konuşulacak birçok gerekçe İslam’ı bu noktada anlamlı ve gerekli kılmaktadır. Gerek bu anlamda gerekse inancım gereği ben de İslam’ı önceleyen ve dikkate alan tavra sahibim. Yazılarımda da bu bakış açısı ile olayları irdelemekteyim. Ancak bilimsel bilgi ile desteklenmiş ve her aşamasında sorgulayan bir yapıyla hareket etmekteyim. Bu anlamda Kur’an merkezli düşüncenin ülkemiz ve dünya insanlığı için kurtuluş vesilesi olacağına inancım tamdır. Hatta insanlar inanmasa bile Kur’an ilkeleri ışığındaki bir yaşam ile mutlu olacaklarına eminim.

A.U.E.: Bundan sonra ne tür çalışmalar düşünüyorsunuz?

A.K.: Şu anki çizgimi devam ettirmek temel hedefim ve düşüncem… Sekizinci kitabımın çalışmalarına başladım. En kısa zamanda tamamlayıp yayınlamayı düşünüyorum. Bu arada mesleki konularda da eğitim ve yayım çalışmalarına devam edeceğim.

A.U.E.: Kitaplarınızdan edinmek isteyenler size ve kitaplarınıza nasıl ulaşabilir?

A.K.: Düşüncelerimi kaleme aldığım kitaplarımı ücretsiz olarak veriyorum. Önemli olan kişinin ilgi duyması ve benimle iletişime geçmesidir. Özellikle [email protected] mail adresimi bu noktada etkin kullanıyorum. İsteyenler buradan iletişime geçerek benim kitaplarımdan temin edebilirler.

A.U.E.: Röportajımıza katılım sağladığınız için teşekkür ediyoruz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

A.K.: Ben de teşekkür ederim. Tüm okuyucularınıza ve DENGE ailesine okuma ve araştırma eksenli bir yaşam dilerim.

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.