ALİ KAYIKÇI İLE HASBİHAL

ALİ KAYIKÇI İLE HASBİHAL
“Gazetemiz Köşe Yazarı ve Halk Şâiri Ali Kayıkçı” ile Kültür-Sanat Sohbeti

      “KÜLTÜR VARLIK DÂVÂSI, OKUMAK BUNUN TAPU SENEDİDİR!..”

            * Samsun’un “Basın-Yayın Sektörü”nün olduğu kadar “Kültür Çevreleri”nin de yakından tanıdığı “Gazeteci-Yazar ve Halk Şâiri Ali Kayıkçı (Âşık Derebahçeli)” ile “Okumak ve Kültür-Sanat” konulu bir sohbet yapalım, dedik. Ortaya, aşağıda okuyacağınız örnek düşünceler çıktı. O’nun ifadesiyle, “Siz Saygıdeğer Okuyucularımız” ile paylaşalım istedik:

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Kayıkçı; (müsaadenizle, bundan sonra “Ali Abi” diyerek devam etmek istiyorum) bilindiği üzere, bu tip röportajlara başlanırken, genelde görüşme yapılan kişinin okuyuculara tanıtılması ile söze girilir ve o görüşülen şahsın özgeçmiş de denilen bir hayat hikâyesi verilir. Ancak,  gerek biz ve gerekse de (sizin tabirinizle) Saygıdeğer Okuyucularımız; köşe yazılarınızdan ve de kitap hâlindeki onlarca eserinizden sizi tanıdıkları için böyle bir suâl sormayı yersiz görüyorum ve şunu öğrenmek istiyorum: Sizin, bulunduğunuz bu noktaya gelmenizde, okuma-yazma hakkındaki tutkunuz elbette ki etkili olmuştur. Bu konuda neler söylemek istersiniz?..

Ali KAYIKÇI: Sayın Ahmet Bey Kardeşim; öncelikle bu nazik davranışınız ve röportaj isteğiniz için teşekkür ederim. Büyüklerimiz ve mânevî kültürle mücehhez şâir ve yazarlarımız; bilindiği üzere zaten kendilerinden bahsetmeyi, hele hele ikide bir “Ben… Ben…” diye konuşmayı, nefse hoş gelen ve şeytânî bir tehlikeye sürükleyebilecek hitâbetleri asla sevmezler. Varsa ansiklopedilerden ve eserlerindeki yayınevleri tarafından dillendirilen tanıtım yazılarından, şimdilerde ise “Google”  gibi İnternet/Genelağ sitelerinden, “Kim, Kimdir?” sorularına verilecek cevaplardan kişi hakkında gerekli bilgiler kolayca sağlanabilir. Diyoruz ve sorunuzun “okuma-yazma tutkunuz” bölümüne geçecek olursak şunları söyleyebiliriz:

Efendim; malûmları olduğu üzere, yüce dînimizin Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”e olan ilk emri “İkre’ (Oku!..)” ile başlamakta ve maddî-mânevî bütün ilimleri öğrenmenin temelinin “Oku”maktan, diğer bir ifade ile “tahsil”den, yani “eğitim ve öğretim”den geçtiğine işaret olunmaktadır. Şahsen, ilkokul yıllarımızda ve yaşlarımızda bunları böyle bildiğimiz için değil de, evden-aileden ve mahalle-çevreden edindiğimiz bilgilerin çok daha ötesinde bulunan bâzı gerçekleri ancak okul sıralarından, öğretmenlerden ve kitaplardan öğrenebileceğimiz hakikatini kavradığımız için okula ve kitaplara bağlandık. Yaşımız ilerleyip de ortaokul-lise çağlarına geldiğimizde ise bu tespitlerimizin yanında, ailemizin maddî imkânlarının bizim beklentilerimize cevap veremeyeceğini zahiren görüp, istikbâlimizi ancak kalemimizle kazanabileceğimiz düşüncesiyle, tahsil hayatına dört elle sarıldık. Öyle ki, bunu gerçekleştirebilmek için de yaz aylarında çobanlık, amelelik, inşaat işçiliği, seyyar satıcılık gibi işlerde çalışmayı da kendimiz için hep bir çıkış yolu olarak gördük. Liseyi bitirip de yüksek tahsil hayatına başladığımızda ise, gurbet ellerde bir kâtiplik veya muhasebe yardımcılığını canımıza minnet bildik. Bu arada açılan bir memuriyet imtihanında ise çok iyi bir puan alarak (torpilsiz-morpilsiz) Gümrük ve Tekel Bakanlığı Ankara Merkez Teşkilâtında çalışmaya başladık… Aynı zamanda da “Lisans Eğitimi”ni ikmal ederek memuriyette şeflik, müdür muavinliği ve müdürlük yapma imkânına kavuştuk…

Bütün bu anlattığımız devreler içinde gerek okul hayatımızda ve gerekse iş ve özel hayatımızda kitaplar, dergiler, gazeteler hep candan arkadaşımız, yoldaşımız, fikirdaşımız olmuştur. Gerek 12 Eylül sonrasında,  istifa ederek memuriyetten ayrılıp serbest muhasebecilik ve gazetecilik yaptığımız yıllarda ve gerekse emeklilik yıllarımızda ise bu tür yayınların sayısı, daha geniş bir okuma-yazma imkânına kavuştuğumuz için, daha da artmış ve ortaokul yıllarında başlayan, lise ve üniversite yıllarında şekillenen, sonrasında ise kütüphanelerimize eser kazandırma şeklinde verimli bir hâl alan çalışmalarımızın çevremizi aşarak uzak illere, hatta yurt dışına kadar giderek takdirle karşılandığını görmek bize daha bir şevk ve gayret verdi ve bizi bugünlere taşıdı. Diyorum ve de burada başta anne ve babamın ve aileden diğer bâzı büyüklerimin yanında teveccühlerini kazandığımız mânevî şahsiyetlerin hayır duâlarının da etkili olduğunu söylemek istiyorum…

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!.. Tabii ki okumak bir ihtiyaç, güzel bir alışkanlık, önemli bir tutku. Bunu hiçbir kimse inkâr edemez. Peki bu ihtiyacı hissedip bunu alışkanlık ve güzel bir tutku hâline getirirken dikkat edeceğimiz önemli kıstaslar yok mu?..

Ali KAYIKÇI: Sayın Ahmet Bey Kardeşim; gerçekten çok güzel ve güzel olduğu kadar da önemli bir hususa parmak bastınız. Bu düşünceniz ve sorunuz için ayrıca teşekkür ederim. Efendim; bilindiği üzere,  gerek ülkemizde ve gerekse dünyâda her yıl milyonlarca kitap yanında pek çok da dergi ve gazete basılmaktadır. Bunların tamamını alıp okumamız elbette ki mümkün değildir. Biz, arayıp bulup satın alsak bile bunları okumamıza ömrümüz yetmez. Öyleyse ne yapacağız?.. Elbette ki, seçici olacağız. Ehemmi-mühimi ayırdıktan, zararlılardan uzak kaldıktan sonra, bunlar için tahsis ettiğimiz zamanı en iyi bir şekilde kullanacağız. Bu konuda, 90 yıllık ömrünü “faydalı ilim öğrenmek ve öğrendiklerini de öğretmek” için harcamış bulunan rahmetli Hüseyin Hilmi Işık Efendinin çok güzel bir tespitleri vardır. Yeri geldiği için söylemek istiyorum. O mübârekler buyurmuşlar ki; “Bilgilerin doğru olması kâfi değil. Esas olan yazarıdır. Yazarının rûhâniyeti satırların arasında dolaşır. Yazan ihlâslı birisi ise, okuyan istifâde eder. İhlâslı değilse, fâsıksa, habîs rûhu kitâba aks eder. Okuyan zarar görür de haberi bile iolmaz. İşte, Müslümanlar böyle kitâpları okuyunca kalblerinde bir kararma meydana gelir. Kitâbı yazan, yazdığından daha mühimdir. Temiz su, temiz borudan geçerse temiz olur. Temiz su, pis borudan geçerse temiz olur mu?.. Pis borudan akan sudan şifâ olmaz.”

Aksi takdirde kişi kendini, “sosyalizm-komünizm”, “batıcılık-materyalizm”, “ırkçılık-PKK” ve “FETÖ”cülük gibi akımların tesirinden kolayca kurtaramaz; dünyâsıyla beraber âhireti de mahvolup gider…

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!..  Bu cevabınızdan “Okuma tutku”nuzu ve  okunacak şeylerde “Seçim yapma hassasiyeti”nizi anladık da “Yazma tutku”nuzu tam anlayamadık. Mümkünse bunu da biraz daha açar mısınız?.. Sizi bu “Okuma tutkusu” yanında “yazmaya” iten sebep veya sebepler var mıdır?.. Varsa nelerdir?..

 

Ali KAYIKÇI: Sayın Ahmet Bey Kardeşim; doğrusu, bir önceki cevabımızı iyi takip etmişsiniz, diğer bir ifade ile iyi yakalamışsınız. Belki de biz sorunuzun ikinci kısmını noksan bırakmış olduk. Tamamlamaya çalışalım: Efendim; bilindiği üzere, genelde okunan bir kitap veya dergide, dikkatimizi çeken bir cümleyi hâfızamıza iyice nakşetmek için ya birkaç defa okur, bâzen sonradan özellikle bulup okumak için altını çizer veyahut da akıl defteri diyebileceğimiz bir yere kaydederiz.  Bu kayıtlarımız çoğalınca bunları bir alfabetik sıralama/gruplamaya tâbi tutarak, günü geldiğinde açıp-okumak için saklarız. Aynı şekilde günlük veya haftalık bir gazeteden okuduğumuz güzel bir makâleyi, dikkat çekici bir yazıyı da keserek, kupür hâlinde bir dosya içinde muhafaza ederiz. Bunlar bize, yıllar sonra hem bir bilgi kaynağı ve hem de yol gösterici kılavuz olurlar… Târihçilerin, araştırmacı yazarların ve ediplerin mutlaka ellerinin altında böyle dosyaları, ajandaları, hâtıra defterleri vardır…  Meselâ, Türkiye Gazetesi Yazarlarından Emekli Kurmay Albay Mustafa Necati Özfatura Ağabeyin böyle 3 binden ziyâde dosyası olduğunu okumuştuk. Gerçi şimdilerde bilgisayarların belleklerinde de “belgelerim” hâlinde bu ve benzeri dosyalar vardır ve ilgililerin elinin altında “kes-yapıştır” türünden kolaylıklar sağlamaktadır…

Bizim de bu hususta, beğendiğimiz cümleleri, fikrimizi geliştiren makâleleri tekrar okuduğumuzda; bilgi dağarcığımızın derinliklerinde bunlara benzer şeyler bulunduğunu, onları da ilâve ettiğimizde mevzunun daha bir güzelleşip güncelleneceğini düşünüp kalemi elimize aldığımız ve ardından da daktilonun (şimdilerde ise bilgisayarın) başına geçmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Bâzen de günün herhangi bir siyasî ve sosyal hadisesi bizi, yıllar önce okuduğumuz, hâfızamıza veya bir yerlere kaydettiğimiz o notlara sevk etmekte ve bunu bulduğumuzda da maksat temelde kendiliğinden hasıl olmakta, diğer bir söyleyiş ile makâle veya köşe yazımız yüzde 30-40 hazır hâle gelmiş demektir...  

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!..  “Yüzde 30-40” dediniz. Geri kalan yüzde 60-70’i nasıl hâllediyorsunuz?

Ali KAYIKÇI: Sayın Ahmet Bey Kardeşim; bu “Yüzde 30-40” var ya, işte bunlar, benim için “yazmanın temeli”… Malûm; plân ve proje safhasından sonra “temel” inşaatın esasıdır. Burada hâtırımıza, Samsun’umuzun ve bölgemizin olduğu kadar ülkemiz, hatta Türk Dünyâsı genelinde de ülkemizin “Kültür-Sanatta Yüzakı İsimleri”nden olan ve “Denge Gazetemiz”de de köşe yazıları yazan “M. Hâlistin Kukul” Hocamızın bir kitâbımıza yazdıkları “Takdim” yazısı geliverdi. Müsaadenizle onu aynen aktarmak istiyorum:

Her şiirin, bir hikâyesi vardır” düşüncesi, Kayıkçı’da, “Her hâdisenin/hikâyenin bir şiiri vardır/olmalıdır” düşüncesine ulaşıyor/dönüyor/çevriliyor…

Dikkat edilirse anlaşılır ki, kitabın ismi olan yazının altında “Köşe Yazısı Konulu Şiirler” ibâresi bulunmaktadır. Bana göre, kitabın ismi kadar bu ifade de mühimdir. Zîrâ, yazar Kayıkçı, bu ifadeyi, bilâkis, buraya yerleştirmiştir. Hem de, en muhkem bir şekilde. Bu; hem okura ve hem de  -varsa-  edebiyât tenkitçilerine bir işârettir. Bu durum, gözden uzak değildir ammâ, bâzen idrâki yanıltabiliyor ve onu ondan uzak tutabiliyor.

Elbette ki, yanılmamak ve onu idrâk dâiresine almak lâzımdır. Çünkü; kitabın “özü” onun üzerine inşâ edilmiş, “üslûp” onunla geliştirilmiştir. Demek ki, yazar; alâka duyduğu  -hoşuna giden veya ısrarla karşı çıktığı- hâdiselerin özüne/ruhuna inerek onlar üzerinde tekrar durmak ve daha tesirli olacağını düşünerek, onları şiirle ifade etmek lüzûmuna inanarak bu “tarzı” seçmiştir.

Başlığımıza dönersek, mes’eleye daha iyi nüfûz etme imkânımız olur. Başlığımızda ne demiştik: “Yeni Bir ‘Tarz’ ve ‘Üslûp’ Denemesi!”

Evet; “Tarz” ve “Üslûp”!

Yeni” olan “Tarz”dır; “Üslûp” ise, şahsa münhasır; “tarzı” ifade istikametinde kelimeleri kullanma mahâretidir!

Şüphesiz ki, üzerinde duracağımız husus, sâdece edebiyât cihetinden değil; eser, aynı zamanda sosyoloji ve siyâset cephesinden de tahlile tâbi tutulmalıdır. Fikirlerine katılırsınız veya katılmazsınız, o ayrı bir şeydir –zâten, kimsenin de böyle bir mecbûriyeti yoktur- ammâ, “tarz” olarak ve bu “tarz”ı teşekkül ettiren “üslûp” olarak, “Köşe Yazısı Konulu Şiirler”in masaya yatırılması gerekir:

Yazar;”Bu âna kadar şâhit olmadığımız bir tarz ortaya koymakta”dır. Bu bir “ilk” demektir. O hâlde; bu “ilk” üzerinde niçin düşünmekten imtinâ ediyoruz? Bu “tarzı”, illâ da bir Avrupalı mı uygulamalıydı/ortaya atmalıydı ki, ondan bahsedilmeye lâyık görülsün?..

İçerisinde, güzel “hiciv” numûnelerini de bulduğumuz ve hece vezninin değişik kalıplarıyla kendine yol ve usûl bulan, hem edebî hüviyetli ve hem de siyâsî ve sosyal hâdiselere teşhis koyması ve şâir-yazarın, gördüğü aksaklıklara çâreler araması ve bu çâreleri yaşadığı cemiyetin insanlarıyla paylaşması, açık-yüreklilikle söylemesi, “nesir ve nazımı” aynı sayfalarda, aynı hedeflerde buluşturması, eserinin aslî hususiyetini teşkil etmektedir.

Şâir ve Yazar Kayıkçı; yaptığı tahlillerle, hâdiseleri harmanlamakta,  -biraz kaba tâbirle- düşmekte, ne varsa ortaya çıkardıktan sonra, âdeta yaraları temizlemektedir. Hiçbir şeyi muallâkta bırakmayıp, mutlaka  -kendi penceresinden- doğruya ulaşan bir çâre ile neticelendirmektedir.

Müşâhadem budur!”

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!..  Ben de Muhterem Hocamıza bu güzel tespit ve takdirlerinden dolayı da ayrıca teşekkürler eyliyor ve son birkaç seneden beridir bu tarz köşe yazılarınızın çok değişik okuyucu kesimlerinin ilgisini çektiğini de Gazetemizin Sorumlularından biri olarak tespit ettiğimi belirtmek istiyorum.

Ali KAYIKÇI: Sayın Ahmet Bey Kardeşim; yukarıda da belirttiğimiz gibi, bizi yazılarımızda yüzde 30-40 nispetinde bu kaynak bilgileri bulup  “serlevha” tarzında yerleştirme yapmalarımız meşgul etmekte, sonrasında ise “güncel konu” dediğimiz mevzuya giriş gelmekte, ardından da bunların her ikisinin tekrarı veya özeti mahiyetinde kaleme aldığımız mısralarımız (şiirimiz)la köşe yazımız sonlanmaktadır. Ki, oldukça külfetli ve zahmetli bir çalışmayı gerektirmektedir. Ancak, hepimiz biliyor ve zaman zamanda malûmunuzdur ki hep söylüyoruz: “Zahmetsiz rahmet olmaz!..”

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!.. “Okumak” dedik, “Yazmak” dedik. Şimdi biraz da “Kültür-Sanat” konusuna geçsek mi, ne dersiniz?..

Ali KAYIKÇI:  Buyur Ahmet Bey Kardeşim; sizi dinliyorum!..

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!..  “Kültür”ün bir milletin varlığında çok önemli bir yeri olduğunu ve dün’ünü bugün’e, bugün’ünü de yarın’lara bağladığını biliyoruz… Bu konuda neler söyleyeceksiniz?..

Ali KAYIKÇI: Sayın Ahmet Bey Kardeşim; sizin de belirttiğiniz gibi, bir milletin varlığında kültür, çok önemli bir yere sahiptir ve bugünü dün’e olduğu gibi yarınlara yani geleceğe de bağlayan en elzem unsurlardan biri de “kültür”dür. Diğer unsurlar ise “dil” ve “din”dir. “Dil” ile “din” birliği, “vatan” denilen “millî sınırlar” ile çevrili bir toprak parçası üzerinde “millî kültür, milletin varlık dâvâsı”dır; “okumak” da “bunun” âdeta bir “tapu senedi” gibidir. Eğer vatan denilen bu toprakların tapu senedini elinizde bulundurmak istiyorsanız, millî birlik ve beraberliğimizi ilelebet devam ettirmeyi hedef olarak milletinize benimsetmeyi gâye edinmeyi diliyorsanız, mutlaka ve mutlaka “kitapla, dergiyle, gazeteyle aşina olmak”  mecburiyetindesiniz…  Ancak burada “seçici” olmak, her gazete, dergi ve kitap” yerine “faydalı yayınları” bulmak ve okumak mecburiyetimiz de vardır. Yoksa, susayana nasıl ki her hangi bir sıvıyı al iç;  demiyorsak, diyemiyorsak, önümüzü çıkan her matbuatı da okumaktan aynı şekilde sakınmak durumundayız… Yoksa, hararetimizi dindireceğiz, susuzluğumuzu gidereceğiz derken, herhangi bir asit veya zehiri içmek gibi bir sonuçla karşılaşabiliriz… Bunun için de oldukça seçici olacağız veya büyüklerimizin seçerek tavsiye ettiği yayınları, öncelikle de yüce dînimizin temel kaynak eserlerini (düzgün yayınevlerinin neşriyatlarını) bulup “farz-ı ayın” bilgiler ile mücehhez olduktan sonra millî-mânevî değerlerimizi sevdirip onları bize kazandıran diğer eserlere yöneleceğiz…

Diyoruz ve bu his ve düşüncelerle başta zât-ı âlinizi olmak üzere bu Sohbetimizi okuyan Saygıdeğer Okuyucularımızı, kalbî sevgi ve saygılarımızla selâmlıyor ve de bizlere bütün bu imkânları bahşeden yüce Rabbimize hamd-ü senâlar eyliyoruz…

Ahmet Ufuk ERKAN: Sayın Ali Bey Abiciğim!.. Bu güzel sohbet için ben de çok çok teşekkürler eyliyorum. Sağolun, varolun!.. Hayırlı günler ve ömürler diliyorum… Allah-ü teâla yâr ve yardımcınız olsun, diyorum!...

Ali KAYIKÇI:  Âmin, âmin Ahmet Bey Kardeşim; Cenâb-ı Allah, cümlemizin ve cümle ümmet-i Muhammed’in dahi yâr ve yardımcısı olsun!..

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.