Ahmet Ufuk Erkan

Ahmet Ufuk Erkan

AGORA ( 2009 )

AGORA ( 2009 )

 

Yönetmen: Alejandro Amenábar

Ülke: İspanya

Oyuncular (ilk 5): Rachel Weisz, Max Minghella, Oscar Isaac, Ashraf Barhom, Michael Lonsdale

 

IMDB: http://www.imdb.com/title/tt1186830/

 

                        Kölelerin sayısı, hemen hemen her zaman, efendilerin sayısından fazladır. Fukaraların sayısının, zenginlerden fazla olduğu gibi… O yüzden, köleleri yanına alan fikir, yükselme şansına daha fazla sahiptir. Ha keza, ideolojisini fukaralar üzerine kuran da öyle…

 

                        Kölelerin ve fukaranın, kaybedecek bir düzeni yoktur. Hatta kurulu düzen, bizatihi, onun, yani köle ve fakirin, düşmanıdır. Adeta böyledir… Kurulu düzen bozulduğunda, kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar değiştirir o kurulu düzeni… Yani sanırım…

 

                        Kölesine izâfeten efendi olan, fakirlik olduğu için zengin sayılan, bu güçsüz ve bir o kadar da kalabalık kitleye göre “güçlü” görür kendini. Rakibinin gücünü hafife alan satranç oyuncusu, en şımardığı anda, rakibinin köşeye sıkıştığını sandığı anda… Belki sadece bir piyon hareketiyle saf dışı olur, mat olur.

 

                        İskenderiye’nin ekâbiri/büyükleri, işte bu güçlü olma zannıyla, şehirlerindeki Hristiyan’ları saf dışı kılmaya karar veriyorlar. Hiç ummadıkları bir yıkılışın da fitilini ateşlemiş oluyorlar böylece. Uyandırdıkları öfke, bir çığ gibi büyüyor. Ateş çığı gibi… Ve onları yakıp kül edecek…  (Paganların aleyhine dönüyor yani olay)

 

                        Gücün gerçek tarifiniyse, imparatorlar yapar en iyi. Gücün tarafına doğru meylederler. Gücün, kalabalık lehine işlediğini çözmüşlerdir ve hemen konum tespiti yapıp, orada alırlar yerlerini. İmparatorları, bir günde hidayete erip, kapıların dışında bekleyen kitleden yana saf tutup, bina içindekileri “asi” ilan edecek… (O, dışarıdaki kalabalığı katletmeye çalışan “yönetici” sınıfı bile –inanın- imkân verilse o anda, hemen dönerlerdi iki topukları üzerinde. Ki göreceksiniz seyrederken, en ateşli saldırgan bile –vali olmuş hani, bizim kızı seven çocuk- “Ben de onlar kadar Hristiyan’ım diyor. Böyledir… )

 

                        Bundan sonrası, havada uçuşan parşömenler, yıkılan raflar… İskenderiye Kütüphane’si daha önce de uğradığı, daha sonra da uğrayacağı saldırılardan birine maruz kalıyor, hepsi bu…

 

                        [Elbet sizin de dikkatinize çekecek. O, ilk kargaşanın tam orta yerinde, kamera, bir kum tepesi üstünde karıncaları gösteriyor bize. Savaş falan umurlarında değil. Sonra aynı kamera, kütüphaneyi talan eden kalabalığı da yukardan gösterecek. Birer karınca gibi sağa sola gidişlerini… Karıncalardan farklarını düşündürecek bize. Karınca kadarlar fakat savaşıyorlar… ]

 

                        [Film ilerlerken, kelimelerin, bir şeye isim bulmanın zorluğunu düşünüyorum. “Elips” kadar basit bir kelimenin, ne kadar zor fark edildiğini… Düşünce, hadi “kafa” diyelim, o kadar meşgul ki “daire” kelimesiyle… Belki o yüzden, İncillerden biri: “Önce söz vardı” diye başlar. –Yuhanna İncili. Cemil Meriç, biraz ileri götürüp şunu der: “Önce sükût vardı… “ -  Kelime… Kelimeler mühimdir.]

 

                        [Belki bu yüzden, melekler tereddüt etmişti. “Yeryüzünde bir kan dökücü mü yaratacaksın?” Benzerine üstünlük sağlamaya çalışan, kendi fikrini “tek doğru”, başka ne varsa yanlış sayan ve o yanlış dediğiyle, gerekirse kan dökerek mücadele eden… İnsan işte. Güçsüzken sakin, merhamet dilenen; güçlendiğinde, azgın, merhameti elinin tersiyle iten; zulmeden… Bu zulmünden bile yaratan katında “sevap” uman… İnsan işte. ]

 

                        (Ey her şeyi yoktan vareden. Her şeyi yerli yerinde bırakan. İşine karışmadığımızda asla bozulmayacak bu düzenin sahibi. Akıl bahşettiklerin dışında kimse bozmuyor işini senin. Akıl verdiklerin, senin adına, güya senin yerine, kan dökmeye devam ediyorlar; korkarım edecekler de… Sonsuzluğu, müthiş bir ritimle bıraktığın halde, akıl verdiklerin, o ritmi bozmaya devam edecekler. Görünen budur… İnsan işte.  )

 

                        Yine filmin bir yerinde, kendini önemseyen biri vaaz ediyor, yöneticilerin de bulunduğu kalabalığa. Vaazın konusu belli. Filozof kadın hakkında. Kadını, geri plana iten, Hz. İsa’nın, mirasını kadınlara değil erkeklere bıraktığını söyleyen… İşte insan zihni böyle çalışır. İsa’yı (a.s) dünyaya getiren Meryem’i unutur. Mâsum Meryem’i, söylem olarak diyen ve lakin unutan… Kör inanç, işte böyle kör eder dimağı.

 

                        [Ya Rabbi. İnsanları  kendi güçlerinden koru. Çünkü ne zaman güçlü olsalar, kendilerini “Sen” sanıyorlar… Hep öyleydi; hâlâ böyle. Korkarım hep de bu olacak. Koru onları kendi güçlerinden. ]

 

                        Ancak bir büyük agorada (büyük meydan/mizan) toplandığımızda anlayacak. Anlayacak ki Senin adına, yanlış şeyler konuşmuş. Tüm dünya sallandığında, dağlar yerinden oynadığında, denizler kuru bir toprak, kuru toprak deniz olduğunda… Gök yarıldığında… Ateş suya, su ateşe evrildiğinde -çevrildiğinde de denebilir-… Yeryüzü, kendinde gizlenen ne varsa kustuğunda… Anlayacak. Seni aşarak, Senin adına… Boşa konuşmuş, boşa kalp kırmış; yakmış, yıkmış…

 

                        Bir büyük agorada (meydanda) toplandığımızda, anlayacak. Anlayacak geç olsa da… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Ufuk Erkan Arşivi
SON YAZILAR